Cumartesi, Aralık 13, 2008

Yeni Başlayandan Yeni Başlayanlara Şöförlük Dersi

Araba kullanmasını öğrenmek, İstanbul trafiği ile cebelleşmek, üstelik buna mecbur olmak birbirinden zorlayıcı noktalar.
Araba kullanmayı öğrenmeli ama bence İstanbulda toplu taşıma, taksi alternatifleri daha az maliyetli ve sinir bozucu derdim. Hayat bu ya düştüm trafiğin göbeğine.

Gelelim bir acemiden tavsiyelere:
1. Sinirleri sağlam bir öğretmen bulun. Bu erkek arkadaşınız, kocanız, babanız ya da erkek kardeşinizse tecrübe önemlidir kavga çıkar. Çıkıyor. Hazırlıklı olun. Sinirlerinizi çok da yıpratmayın. Erkek arkadaşınızsa öğretmen beraber gülmeyi öğrenin işte.
2. Benim gibi çok ilgisiz olmayın dört tekerlere. Biraz ilgilenin. İnanın ki çok faydası oluyor.
3. Gözlem yapın. Şöförlüğünü beğendiğiniz kişilerin nasıl araba kullandığını inceleyin.
4. Herşeyden önemlisi çok da yeni bir araba almayın. Ufak tefek çarpmalar sonucunda üzülürsünüz ama çok değil.
5. Sadece ufak tefek çarpmalar değil vitesi dört yerine ikiye atmalar, birinci viteste değil üçte kaldırmaya çalışmalar motoru zorlayacaktır elbet. elden ne gelir???
6. Debriyajın kavrama noktasını ( bakın kavrama noktası diyorum, o kadar iyi şöförüm yani) bulamamaktan kaynaklanan koku:-))
7. Zavallı öğretmenin gergin sinirleri ve hala aynı hatayı nasıl tekrarlıyorsun veryasınları...
8. Tabii ki el freni. El freni kritik bir nokta. Nedense el freni kalkık yol almadan öğrenilmiyor meret. Öğretmen yanındayken bir şekilde hatırlıyor insan amma ve lakin yalnızken unutulan ilk şey indirmek şu freni. Arabadan indikten sonra anlıyor insan. Eee tabii gösterge panosundaki el freni işaretini çok iyi öğrenmiş oluyorsun. Buna önce sinirlenen sevgili sonra bol dalga geçiyor. Öğrenin şu işaretleri, biraz ilgi yahu.
9. Farlar. Nedense unutuyor insan kapatmayı:-(( Bir de aydınlık sokaklarda ilk etapta açmayı. Sonra trafikte bir bayan farlar diyor, aman be deyip hemen açıyorsun.
10. İlk vurma korkunç. Ben eğimde park ederken el frenini kaçırıp öndeki minibüse vurdum. Yaşadığım panik sanki ölümcül kaza.. Valla kamyonla çarpışıp kapı camı üstüme boşaldığında öyle paniklemedim.
11. Kamyon beni gördü sanıp sollamaya kalktım. Meğerse üç mt ileriyi üç mt geriyi görmüyorlarmış. Kapı içine göçüp, cam üstüme boşalınca anlıyor insan. Büyükbaşlardan uzak durun.
12. Trafik maganda dolu. Çok dikkat etmeli. Dikkat!
13. Hız tutkunları var. Sağdan soldan zik zak geçmeyi sevenler var. G.Ö.T. Bitleri var. Dikkat!!
14. Bayan şöförler var. Sinyal vermeyi unutanlar, hatta bilmeyenler var. Dikkat!!!
15. Yollar kaybede kaybede bulunur. Sakin panikleme. Mantığını ve tabelaları kullanmayı öğren.
16. Tabii ki daha bir çok şey var. Ama zaman içinde, kullandıkça azalıyor acemilik.
Ahmet Acar hocamın dediği gibi "practice makes perfect", yani pratik mükemmelleştirir.

Zaman içinde aklıma gelenleri ekleyeceğim. Siz de eksiklikleri, anıları yazın ki acemiler feyz alsın.

Aydilge

http://www.aydilge.net/

yalnız değilsin, yalnız değilsin yüzüme baksan farkedersin..
yalnız değilsin, yalnız değilsin sesimi duysan hissedersin
yalnızlar yalanlar mı söyler? canım hiç acımaz mı derler?
yüreğim yüreğini deler..
sendeki yaralara merhem yoksa yalvarırım beni bir duyumsa!

yalnız değilsin, yalnız değilsin yüzüme baksan farkedersin..
yalnız değilsin, yalnız değilsin elimi tutsan hissedersin
yalnızlar yalanlar mı söyler? canım hiç acımaz mı derler?
yüreğim yüreğini deler..
sendeki yaralara merhem yoksa yalvarırım beni bir duyumsa!

Aydilge özgün, Aydilge anlamlı...

yalvarırım beni bir duyumsa.
Hayatta karşımızdaki insanın bizi duyumsamasını o kadar derinden isteriz ki bazen.
Hele o çok sevdiğimiz kanımız, canımızsa. Dokunamazsan yüreğine. Kelimelerin, eylemlerin bittiği yerde isen, hele de sen de bittiysen. Herkes kabuğuna çekilip, iyice içine döndüğünde, içindeki zehri sapladığında kanına, kendi tükrüğünde boğulduğunda... tüm dünya sadece döner, durmaksızın....
Belki bi taraftan da yıldızlar saçalır etrafa. kim bilir ?

Pazartesi, Aralık 01, 2008

Sakinliğin sırrı

Tanrım,
Beni yavaşlat.
Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir...
Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele...
Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini
ver.
Sinirlerim ve kaşlarımdaki gerginliği,
belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür.
Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol...
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret;
bir çiceğe bakmak için yavaşlamayı,
güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı,
güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı,
balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi ögret...
Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat.
Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini ,
yaşamda hızı arttırmaktan çok daha önemli şeyler oldugunu bileyim...
Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.
Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine
bağlıdır...
Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru
göndermeme yardım et.
Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı
olarak yükseleyim.
Ve hepsinden önemlisi...
Tanrım,
Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET,
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR,
İkisi arasındaki farkı bilmek için AKIL ve
Beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak DOSTLAR ver...

(HiTiTLERiN M.Ö.2000 YILINDAKİ DUVAR YAZISINDAN ALINMIŞTIR.)

Pazartesi, Kasım 24, 2008

Saman Kağıtlarından Ayrılık

Ben sanırım müzmin... müzmin...

Ne diyeceğime karar veremedim. Romantik desem??? Anlatacağım şeyin romantizm ile alakası var mı? tdk.gov.tr deki şu açıklama ile uyuşuyor aslında:
"romantizm:
2 . sıfat Davranışlarında duygu ve coşkunun aşırı ölçüde etkisi bulunan:
"Kardeşimin hayatında oynadığınız rol sizi romantik bir insan gibi bana gösterdi."- H. E. Adıvar. "

Efendim yıllardır elimden geldiğince emek verdiğim, mesai harcadığım ikinci adresimden ayrılma kararı aldım. Aslında yavaş yavaş geliyordu bu düşünce, duygu ama bazı şeyleri dile getirmek için bile zaman geçmesi gerekiyor. Çok alçakgönüllü olma seni öyle sanırlar lafının doğruluğunu yaşayarak öğrendiğim için bu yere oldukça oldukça emek verdiğimi söyleyebilirim. Karşılığında aldığım manevi doyumun haddi hesabı yok tabii ama ben de derneğe oldukça çok zaman ayırdım, katkı da bulundum.

Aklımda bu fikir yaklaşık bir senedir vardı ama hem dile getirmek hem de harekete geçmek zaman alıyor. Şimdi hazırladığım ders notlarını, yaptığımız toplantıların tutanaklarını, onları bunları temizle kaldır kenara... Sanki dünyanın diğer ucuna gidecekmişim gibi, çok sevdiğim bir parçamı kaybetmişim gibi geliyor.

Arkadaşlıklar, dostluklar, kavgalar, biralamalar, faaliyetler, eğitimler, şenlikler, dernek odası arama, temizlik, festival, yüreğinin hoplamaları... Yorgunluk... ve daha niceleri...

Fakat zamanı gelince alıp başını gitmeli.
Ne demiş Şebnem aplam :
"Sil Baştan Başlamak Gerek Bazen
Hayatı Sıfırlamak
Sil Baştan Sevmek Gerek Bazen
Herşeyi Unutmak "

İtiraf etmeli: saman kağıtlarından ayrılmak en zoru :-((

Çarşamba, Kasım 19, 2008

Gavuristan

Vakti zamanında iş için Brüksele gitmiştim. Bir ay oradaki merkezde çalıştım. Tabii benim için bulunmaz nimet. Avrupaya gidiyorsun, kalacak yer, yiyecek şirketten. Öyle ahim şahım değil. Ama olsun. Haftasonları gezmek var :-))
Tabii ki bol bol gezdim. Gezi hatıraları hafızaya işlendi, bilinçaltına atıldı. Fakat geçen gün hatırlatıldım. Başka birşey daha da hafızaya işlenmiş : "Emirdağ Türkiyenin başkenti mi?" sorusu.
Türkiyeden Avrupaya işçi göçü zamanında bu işleri ayarlayanların başında bir Emirdağlı varmış herhalde. Tüm Emirdağlıları yabancılık çekmesinler, birbirlerine yaren olsunlar diye Brüksele göndermiş. Haftasonu izlediğim belgeselde bu konuyu işlemişler. Brükseldeki Emirdağlılar, Türkiyedeki Emirdağlılar.

Brükselde Amerikan filmlerinin bir parçası olan Çin mahallesi kültürünü Türk mahallesi olarak yaşıyorsunuz. Banliyolardaki Türk mahallesi dükkanlarının önünde sucuk asılı; aktarından, kasabına oradaki Türklere hiç bir şekilde memleket hasreti çektirmez :-)

Belgeselde madolyanın diğer yüzünü Türkiyedeki Emirdağı da gösterdiler. Açıkcası pek umduğumu bulamadım. Kültürel olarak daha gelişmiş bir yer bekliyordum. Emirdağlılar kızmasın ama oradaki gençlere soruyorlar ne yapacaksın diye. Herkeste var bir Gavuristana gitme düşüncesi. Ama Gavuristan.... Yani göçün bu kadar çok olduğu bir yerde, orasının Gavuristan olmamasını istiyor insan. Brüksel olsun, Almanya olsun, Rusya olsun... Kadercilikten biraz uzak bilinçlenmiş bir yer seçeneği olsun. Ama değil: Gavuristan, yani neresi olursa olsun abi...

Eh oralara gidince anya konya anlaşılır. Başımıza gelmeden öğrenmek zor bizim kültürde.

Pazar, Kasım 16, 2008

Ara vermiştim

Küresel kriz,
Hastalıklar,
Trafik,
İş-güç ya da işsizlik vs,
Mustafa,
Sınav vs vs,
derken....
ara vermişim bloga.
Yazıklar olsun!

Öyle ki...
İnsan kapatınca açmak istemiyor bilgisayarı.
Bazen tabiii :-)

Mustafa filmi bence iyi. Duyduğum tüm dedikodulara yer vermiş: Vahdettin, bolşevik, diktatör... Oysaki adam hayal ettiği Türkiye için gerekli gördüğü tüm stratejileri uygulamış. Zekiden ziyade akıl küpü, tam bir lider.
Fikriyeye üzüldüm. Kalbine sıkmış kurşunu. Atatürk hayal ettiği Türk toplumuna yakışan Türk ailesine örnek olsun diye Latifeyi eş olarak seçmiş. Fikriyenin ölümünden dolayı çok vicdan azabı çekmiş midir acaba????
Neden mi bununla ilgileniyorum??? Magazinle yaşayan Türk yetişkiniyim ;-))
Yok Atatürk böyle değildi, yok şöyleydi... Bence bunlar faso fiso, Türkiye Cumhuriyetini o fakirlikten en önemlisi o umutsuzluktan kurtarıp bugünlere getiren adam. gerisini geçelim. Kişiler ile ilgilenmek yerine, kafamıza göre şekillendirmek yerine; fikri hür vicdanı hür, ekonomik bağımsızlığını kazanmış, onurlu bir toplumlu imkansız koşullarda ortaya çıkaran öngörüyü, güveni hissedelim: Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur. Kendine güvenmezsen bir adım ilerleyemezsin, sürü olarak bir oraya bir buraya yuvarlanır gidersin. Ne demiş atam korkak kalp daima mağluptur.... Kaldır kafanı dön bak dünyaya... Sağlam dur, ama içini de doldur. Boynu uzun kavak olacağına köklerini derin sal, yıkılmayan çınar ol, olalım...

Pazartesi, Ekim 20, 2008

Mobilis in Mobili

Moving in a moving thing: Hareket içinde hareket...

Salı, Ekim 14, 2008

Poker ve diğer oyunlar

İsmi lazım değil bir kısım arkadaşın gazı ile çok değil, iki defa poker oynadım. Nerden bilirdim bağımlılık yaptığını? Şu anda ellerim titriyor, gözlerimi kısıp blöf yapmak istiyorum :-)
Eskiler derler ya kumar ocak söndürür, ev sattırır diye... Büyüklerin bir bildiği var elbet. Yok pokerdi yok vampirdi bu oyunlarda karşındaki insanların farklı yönlerini keşfediyorsun.
Pokerde kim ne kadar risk alır, blöf yaparken eli-dudağı titrer mi, saçı ile mi oynar hepsini gözlemlemek mümkün. Risk almayan, blöf yapmayan kişiler arttırdığında elinde bişi yoksa ayrıl oyundan, risk alan insansa arttıran düşün... Tabii uykusu gelip elindekileri bitirmeye çalıştıkça kazananlar, oyunda karda iken asla zamanında ayrılamayanlar... Kritikler, konuşmalar, ah ahlar vah vahlar.. Herşey riske atılanların öneminde asılda.
Kimsenin evi yuvası yıkılmasın kumar yüzünden. Usturuplu davranın :-))
Oynadığım arkadaş grubunun çıkardığı gürültü yüzünden pokere uygun olmadığı anlaşılmıştır :-)) Poker aslında çok sessiz oynanıyormuş, biz de yanındakinin sesini duymuyorsun.
Gelelim grupla oynanabilecek diğer oyunlara: 1-vampir (frp ) 2- paint ball
Vampir gerçekten güzel bir oyun. Karşındaki insanın rol yapıp yapmadığını keşfetmeye çalışmak, grubun galeyanına gelip gelmemek, kendini savunmak.. Tiyatro.
İnsan farklı farklı oyunlar oynadıkça keşfedilmeyen taraflarını öğreniyor.

Aslında buna benzer oyunların çoğunu liderlik eğitimlerinde alıyor insanlar. Oyun olmasa da kişinin grup içindeki davranışını ve karar verme mekanizmasına etkisini irdeleyen vaka çalışmaları yapmıştım.
Yani açıkcası bence çocukluğunda çok oyun oynayamayanları eğitme yolu bu eğitimler :-))

Çarşamba, Ekim 08, 2008

İkincil Hayat

Yıllar önce beni çok etkileyen bir makale okumuştum. "Sabreden derviş muradına ermiş" ile "zararın neresinden dönersen kardır" ikileminde, insanların karar verme eğilimlerini inceleyen bir makale. Yapılan deneylerde işletmelerde yanlış giden yatırım kararı veren yöneticinin, kararlarına daha çok sahip çıktığı, sırf devam etsin diye hata üstüne hata yaptığı ortaya çıkmış. Yani sabreden derviş muradına ermiş insanlarda daha sık görülen davranış şekli. U2 un bir şarkısı hatırlatır bana bu durumu: Stuck in a moment.

İşletmeleri bir kenara bırakırsak kişisel hayatta da depresyona girmek ya da girmemek, hayata devam etmek ya da etmemek kişiye ait bir karardır. Saplanıp kalmak da öyle. Saplanıp kalanlara acımıyorum. Saplanıp kaldığında çıkmasını bilmiyorsan girmeyeceksin. Buna bence tek istisna evlat acısı olabilir. Bu yaşıma kadar anlayış limitimi tamamen tüketip eksiye geçtiğim için hayatım boyunca da anlayışlı olacağımı sanmıyorum.

Acılarını sessiz yaşayan insanlara çok saygı duyuyorum. Zararın neresinden dönersen kardır deyip yiyemeyeceği lokmaları yutmaya çalışmayanlara da saygım sonsuz. Yaşadıkları ikincil hayatları ile kendilerini ve çevrelerindekileri kandırmayıp, kendi özleri olabilen insanlara saygım sonsuz.

İkincil hayat olmaması için çookk çalışmak gerek çookk. Kolay mı hiiiç ama hiiiç kolay değil. İkincil hayat yaşayıp, farazi insanların konuşma baloncuklarını doldurup, seni meşgul eden, gerçekleri kabul etmeyen kişilere de dur demek lazım. Neden? zarar verir çünkü. Bataklıktır ikincil hayatlar ve farazi dünya zarar verir. Hayl gücü değil dediğim.... Düşerken diğerlerini de sürüklemek yerine, kalksın insanoğlu ve adam gibi yürüsün yolunda. Bunu yapmak zor değil mi? Böyle olabilse dünya her konuda daha güzel olur değil mi? Dünya barışını yakalar, küresel krizi atlatırız belki.

Cuma, Ekim 03, 2008

Sevdiğim kısa yazılar/öyküler - 2 - Anonim

Dere tepe,dağ taş dolaşmayı çok seven tek gözlü bir adam
varmış. Yürür yürür gider, gider gider yürürmüş.
Bir gün uzaklarda renkleri karma karışık bir köy
görmüş; alacalı bulacalı garip bir köy.

Yaklaşmış köye doğru.Yolları bir tuhaf,
evleri bir tuhaf,
insanları bir tuhafmış köyün.
Köyün içine girince anlamış meseleyi.
Körler köyüymüş burası.

Kadınların, erkeklerin, çocukların velhasıl
herkesin sımsıkı kapalıymış gözleri.
Gezgin tek gözlü adam karar vermiş burda yaşamaya.
"hiç değilse benim tek gözüm var" diyormuş.
"körler ülkesinde şaşılar kral olur derler.
Bende bunların başına geçer yaşarım"

Körlerin gözleri yokmuş ama elleri,kulakları,
burunları çok hassasmış.
Kendilerine göre kurdukları bir düzen içinde
yuvarlanıp gidiyolarmış.
Adam şaşkın hallerine bakıyomuş onların.
Yürümeleri, konuşmaları doğrusu başka türlüymüş.

Bir gün körlerden biri ötekilerden birinin malını çalmış.
Sadece tek gözlü adam görmüş bunu.
Bağırarak ilan etmiş "filanca falancanın malını çaldııı"

Körler; nerden biliyosun ki demişler, o kadar
uzaktan duyamazsın ki?
Ben duymadım, gördüm demiş adam.
Gözüm var benim, görüyorum...
Körler göz diye, görmek diye bir şey bilmiyorlarmış.
Uzun zaman içinde çoktan unutmuşlar bu hissi.

Ne demek görmek, demişler. Nasıl görüyosun yani,
Duyulmayacak mesafeden
anlayabiliyor musun ne olup bittiğini?
Anlıyorum tabii demiş adam.
İnanmayız, imtihan edeceğiz seni demişler.

Adamı almış uzakta bi yere dikmişler.
Tecrübeleriyle eminlermiş ki o
Uzaklıktan hiç birşey duyulamaz. Anlat bakalım
demişler, biz şimdi ne yapıyoruz?

Adam anlatmış:
oturuyorsunuz, kalkıyosunuz, koşuyosunuz, yemek
yiyosunuz, şu şunu yaptı, bu bunu yaptı falan...
Derken körler bi evin içine girmişler, bağırmışlar.
"hadi anlatsana..."içeri girdiniz,
Göremiyorum ki demiş adam.
Ne olmuş yani içeri girdiysek, elli santim fark
var, anlat hadi anlat demişler.
Arada duvar var ama demiş adam, göremiyorum...
Körler, sen atıyosun demişler. Demin ki tesadüftü,
bak şimdi bilemiyosun...
-Çıkın dışarı söliyim demiş adam.
Bu kadar mesafeden duyduktan sonra ha içerisi ha
dışarısı demiş körler.
"Ama ben duymuyorum, ben görüyorum" diyormuş adam.

Öyle şey olmaz demişler. Sende bir sorun var.
Saçmalıyosun, acayip şeyler söylüyosun.
Hekime muayene ettireceğiz seni.

Adamı yaka paça hekime getirmişler. Hekim de kör tabi.
Elleriyle yoklamaya başlamış.
Adamın açık olan gözünü kastederek
"Buldum" demiş, sorun burda..
Saçmalaması bundan dolayı diyormuş, şimdi
düzeltirim ben onu...

Körler ülkesinde kral olmak isteyen gezgin zor
kurtarmış kendini onların elinden.

Sözün Özü:

KÖRLER GÖRENLERI ANLAYAMAZLAR.
SAÇMALIYOR SANIRLAR VE ONU DADÜZELTİP
KENDİLERİNE BENZETMEK İÇİN
GÖZLERİNİ ÇIKARMAYA UĞRAŞIRLAR.

Sevdiğim kısa yazılar/öyküler - 1 - Can Dündar

Eski Sisam krallarından Ancee adında bir zalim, yeni yaptırdığı bir bağaüzüm kütükleri diktiriyormuş. İslerin bir an önce bitmesini sağlamak için de kölelerini hiç dinlenmeden çalıştırıyormuş. O zavallı kölelerden biri, bir gün pek bitkin düştüğü için dayanamaz ve zalim krala:
- Niçin bu kadar acele ediyorsunuz efendim? Siz bu bağın üzümlerindenyapılacak şarabi hiç bir zaman içemeyeceksiniz ki! Deyivermiş.
Kral biraz kızmışsa da sesini çıkarmamış. Nihayet gün gelip üzümleryetiştikten sonra, kral köleler de dahil herkesin hemen toplanmasını emretmiş. Bir müddet sonra da o bağın üzümlerinden yapılmış şaraptan bir bardak getirilmesini emretmiş. Daha önce kehanet gösterisinde bulunan köleyi de huzuruna çağırtmış. Şarap bardağını eline alarak:
- Söyle bakayım, benim bu şaraptan hiç bir zaman içemeyeceğimi tekrar iddia edebilir misin? diye sormuş.
Köle söyle cevap vermiş:
- Belli olmaz efendim. İçebileceğinizi söyleyemem. Çünkü dudak ile bardak arasındaki mesafe çok uzundur. O arada başınıza neler gelebileceğini de bilemem!
Köle sözlerini bitirir bitirmez, içeri kralın adamlarından biri girmiş. Bir yaban domuzunun bahçeye girdiğinive asmaları kırıp döktüğünü söylemiş. Kral elindeki bardaktan bir damla dahi içmeden hemen dışarı fırlamış. Bahçede domuzun bulunduğu yere koşmuş. Kral ve domuz arasında öldüresiye birmücadele başlamış. Sonunda yaban domuzu mızrak gibi azı dişleriyle, Sisam kralının karnını yarıp ölümüne sebep olmuş. Kral bostanda, bardak masada kalmış.
Su söz bu olayı güzel bir şekilde ifade ediyor: "Nasip ise gelir Hint'ten Yemen'den, Nasip değil ise ne gelir elden?"
Sevgiyle kalın...
Kalbinize yakın bulduklarınızı çantada keklik sanmayın. Sıkıca asılın onlara, tıpkı hayata asıldığınız gibi... Çünkü onlarsız hayat da anlamsızdır. Hayatınızı asla aşka kapatmayın. Aşkı bulmanın en kısa yolu, "aşık olmaktır", korunmanın en iyi yolu ise aşka kanat takmak...
Hayatı çok hızlı koşmayın, nereden geldiğinizive nereye gittiğinizi unutmayın. Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzelbir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Dün tarih oldu... Yarın bir sır... Bugünün kıymetini bilin.
Can DÜNDAR

Perşembe, Eylül 25, 2008

Mualla

saçlarında beyazlar var
tırnak cilaları çatlak
gözyaşları kalbine damlar
neydi bir zamanlar
aah mualla, mualla

yürürken sokaklarda
sanki tango yapardı
selamlardı her defasında
yaşlı balıkçı madamı
ah mualla

hele o süzgün bakışı
gözkırpışı vardı
çok can yakardı
dayanamazdı yakışıklı beylere mualla
yalnızlık olmasaydı

yapraklar ve sonbahar
eski bir şarkıyı
rüzgar kulaklarıma fısıldar
ah mualla

kim yazmış bilmiyorum:-( güzel bir şarkı :-)

Pazartesi, Eylül 22, 2008

yazılabilecek ama yazılmayan konular

- kurşun döktürmek
- küvezde ölümler
- trafiğe uyum ve ilk kaza
- deniz feneri korsanların eline düştüğünde, yanlış sinyaller gemileri karaya oturtturur
- sağlık sisteminde hastane hastane dolaşan hastalar
- topuk kırığı
- tuz gölüne sadakat yürüyüşü
- damar tıkanıklığı, varis çorabı
- PPD (parafenilendiamine) ye alerjik olmak
- yağmur, sahur, rüzgar ve karadeniz
- nevroz, ikincil hayatlar
- amerikada ev borcunu ödeyemeyen insanların, türkiyedeki işsizliği olan etkisi
- yaylalar serin olur da suyu kuvvetli olur
- poker, texas holdem
- topaç
- balkan türküleri
- para yokken alışveriş yapmak istemek, para varken biraz daha biriktireyim demek
- tekrar sahalara dönüp okumak istemek, onun yerine ömür boyu öğrenciyiz kavramı ile yetinmek
- trafikte geçen saatler
- tırın kör noktası
- şükür - hamdolsun ayrım noktası
- deyze
- elini tutan bir sıcak el
- dostları da görmek gerek
....

Perşembe, Ağustos 14, 2008

Ejderha

Neden mi ejderha? Çünkü google'un ambleminde Çin'de düzenlenen Olimpiyat yarışlarını temsilen ejderha var. Ve ben ejderhaları çok ama çok severim. Sebebi de Ursula Le Guin'in Yerdeniz Üçlemesinin baş kahramanındar Ged, Tehanu ve Tenar'dır. Yerdeniz Üçlemesi bu yazının konusu olmasın da, ejderhalar olsun.

Ejderha nedir ne değildir?
Efsanevi bir yaratık olan ejderha (Türkçesi Evren) çoğunlukla büyüsel veya ruhani güçlere, özelliklere sahip, kuvvetli ve büyük bir yılan veya başka bir sürüngen olarak tasvir edilmiş, tanımlanmıştır. Batı tasvirleri genellikle kanatlıyken, Doğu'daki tasvirlerde genellikle kanat bulunmaz. Ejderhalarınkine benzer özellikler içeren efsanevi yaratıklar neredeyse her kültürde mevcuttur. Hatta ejderha Çin ve diğer Uzak Doğu ülkelerinin simgesidir. Ve çoğu zaman iki yüzlü düşmanları belirtmek için 2 başlı ejderha deyimi kullanılır.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Ejderha

Çin'lilerin festivallerinde uzun ejderhalar var ya insanlar içlerine giriyor ve ejderhayı taşıyor. Birgün gidip o festivali yerinde görmek ve o duyguyu hissetmek istiyorum.

Bence ejderhalar çok mistik ve büyülü yaratıklar. Bir zamanlar yaşamışlar mıdır bilemiyorum, şüpheleniyorum. İnsanoğlunun sınırsız hayalgücü onları çok değişik kültürlerde, efsanelere, amblemlere, hayata soktu ki ve insan onların yaşamış olduklarını düşünüyor.

Ekşi sözlükte dikkatimi çeken açıklamalar:
* bilgeliğin ve gücün simgesi. kimi insanlar için ise underground müziğin bir göstergesi. fantazi literatür eserlerinde saldıkları korkuyla ünlenmişlerdir.
* doğu kültürüyle batı kültürünün ayrıştığı noktadır ejderha. doğuda ejderha iyi kalpli, insanların dostu olan kutsal addedilen bir varlıktır. batıda ise bir canavar imgesidir.

"ejderhanın üflediği kendi soluğu biz onu alev,ateş sanırız.."murathan mungan

Batı da düşman, doğu da ise bilgeliğin ve gücün simgesi olması garip bir çelişki değil mi?

Pazartesi, Ağustos 11, 2008

Faydalı Bilgiler - 2 - Kamp Alanında Sosyal Hayat

Faydalı Bilgiler - 2 - Kamp Alanında Sosyal Hayat

Kamp atılırken dikkat edilmesi gerekenler ve çadır içi düzenden kısaca bahsetmiştik.
Şimdi bahsetmek istediğim konu doğada ve kamp alanında dikkat edilmesi gereken sosyal kurallar.
1. Gittiğimiz çevreyi olduğu gibi, hatta ideali daha da temiz bırakmalıyız. Sizden öncekilerin bırakmış olduğu sigara izmaritleri, poşetleri, pet şişeleri ve bilimum diğer çöpleri elinize yapışmaz biraz temizleyin.
2. Çadırınızın sinek, köpek, kedi gibi doğanın parçaları tarafından rahatsız edilmesini istemiyorsanız:
a. Yiyecek maddelerini uluorta bırakmayın.
b. Üstü açık bırakılmış bulaşıklar sinekler, karıncalar, köpekler vb tarafından çok sevilir. Açık bırakmayın. Bırakırsanız köpeklere kışt kışt dersiniz ama özellikle sineklerle çok uğraşırsınız.
c. Gece yatarken mümkünse yiyecek maddelerini çadırın içine alın. Mümkün değilse güzelce iki üç defa poşetledikten sonra bagaja koyun, hatta bagajda çanta vb malzemeleri yiyeyeceklerin önüne bariyer olarak yerleştirin.
d. Gece ortalıklarda bıraktığınız mutfak eşyaları ve yiyeceklerin köpeklerin ıslak ama sevimli burunları tarafından kalite kontrolden geçirilirler.
3. Ortak bulaşık, çamaşır yıkama alanları var ise lütfen tabak çanak içindeki çöplerinizi ortalığa atmayın. Atarsanız nasıl lavabonuzun içini temizleyip, yere değil çöpe atıyorsanız aynen kampta da bunu yapın. Bulaşık yıkana noktalarda sizin bıraktığınız yemek artıklarına gelen sinekler, böcekler ve köpek-kedilerle diğer sakinler uğraşmak zorunda kalmasın. Daha sonra geleceklere temizlikte saygılı olun.
4. Her yerde olduğu gibi doğaya gittiğiniz zaman da kamp sakinlerini gürültünüzle rahatsız etmeyin. Kamp sessizlik demektir. Gecenin 12sine kadar vur patlasın çal oynasın eğlenmek istiyorsanız diskoya gidin. Hadi diyelim gidemiyorsunuz, uzaktasınız. Efenim varsa tüm kamp alanından izin alın ve hadi diyelim hepsi izin verdi yine de eğlenirken abartmayın. Kamp alanındaki kuşların, böceklerin hayatını olumsuz etkileme hakkınız yok.
5. Kazayı engelleyin. Size ve sevdiklerinize zarar verebilecek malzemeleri yanınızda getirmeyin. Ne demek oluyor bu??? Efendim hadi kamp alanına fantezi yapıp ince belli çay bardağı getirdiniz, neden koskoca cam salata tabağınıda getirirsiniz ki? Plastiğini tercih edin. Olur da düşürürseniz kırılmaz, camları topraktan tam olarak ayrıştıramadığınız için çoluk çocuğunuza -çevredekilere veya sizden sonrakilere batma tehlikesini olmaz. Güzelim şeyi kırdım diye üzülmezsiniz. vb vb vb.
6. Verilen kamp alanlarına uyun. Elbette insan belirlenmiş kamp alanı dışındaki güzelliklere göz dikiyor. Ama unutmayın çizilen o alanlar ortak kullanım alanlarının daha güzel kalması için. Siz alanı genişletirseniz, bir sene sonra daha da genişler, daha da genişler ve çok sürmez neden oraya gittiğinizi hatırlamazsınız. Hatırlanacak birşey kalmamıştır. Ben bugünle ilgilenirim, yarın nasılmış umrumda değil gibi bir tavrınız varsa neden bu yazıyı okuyorsunuz ayrıca merak ederim. İşiniz yok burada.
7. Kamp kurallarına da uyun. Ateş yanmaz diyorlarsa yakmayın. Gidiyor Türkiyemin güzelim ormanları.... Şapkayı önünüze koyun düşünün yılda kaç ağaç dikiyorsunuz, kaç defa ormanların bakımına, çevreye duyarlı olup eyleme geçiyorsunuz ki, bir kereden birşey olmaz diyebiliyorsunuz? Etrafınızdaki insanları, ve çocuklarınızı laf üreten değil harekete geçen çevreciler olmaya özendirin. Ama önce kendinizden başlayın.
8. Kamp ahalisine çadır kurarken, doğal hayatla ilgili konularda yardımcı olun ön ayak olun. Doğa paylaşımı ama en çok bilgi- görüş paylaşımını gerektirir.
9. Suyun, rüzgarın sesi, ağaçların gölgesi, hayvanların oynaşması, yıldızların parıltısı.... hep üzerimizde, çevremizde olsun.

Aklıma gelen, gözüme çarpan ilk noktalar bunlar.

Perşembe, Temmuz 31, 2008

Faydalı Bilgiler - 1 - Kamp

Deneyimlerime dayanarak hazırlayacağım faydalı bilgiler serisine hoş geldiniz.

Konu: Kamp
İçerik: Kamp atmak, kamp hayatı, kampla ilgili herşey

Faydalı Bilgiler
1. Kamp atacağınız yere gitmeden önce araştırma yapın. Yöre halkı kampçılara nasıl bakıyor, tehlike var mı? Yerel yönetimden izin alınması gerekiyor mu? Sit alanı mıdır akla ilk gelen elzem sorulardan.
2. Kamp alanı yaşamaya uygun mudur? Su, tuvalet, yiyecek ayarlaması için gerekli bilgilere haiz misiniz?
3. Kamp alanı doğal hayatı tehdit edeceğiniz, kendi hayatınızı tehlikeye atacağınız bir noktada mı? Nasıl yani derseniz: Kuş gözlemlemeye göl kenarına gittiniz ama kamp attığınız yer tilkilerin su içmeye geldikleri yermiş. Sonuçta tilkiler sizi yemez ama yiyecekleriniz kurban gidebilir, onlar susuz kalabilir vs.
Ayrıca su kaynaklarını kirletmemek için kamp alanını sudan 50-70 mt uzakta atmakta fayda var.
4. Kamp atacağınız alan doğal tehlikelere ne kadar açık: su baskını, taş düşmesi, rüzgar alımı vs. İşte burası demeden bir düşünün ltf.
5. Faaliyetinize göre istediğiniz keyif standartlarını karşılıyor mu? Güneş çadıra ne zaman vurur? Arılara yakın attığınız çadırınıza ne kadar arı çekersiniz? Denize çok mu uzak kaldınız?
Gece yıldızları seyredebilir misiniz? Ya da her ne ise...
6. Gece rahat uyur musunuz? Çadır yeri için en uygun alanı seçtiniz mi? Zemini düzlediniz (taşlık ise) mi?
7. Çadırı dışardaki fiziksel şartlara uygun olarak gerekli şekilde sabitlediniz mi? Rüzgar, kar, su, yağmur vs....

Ehhh çadırı kuracağınız kamp yeri ve çadır alanı için iyi gözlemci olmanız gerektiğiniz söylememe gerek yok herhalde. Ama bilinki kampa gittikçe doğal olarak doğru kamp alanı konusunda eğitilirsiniz. Dikkat etmeniz gereken konuları bilin yeter.

Kamp alanını seçmek, çadırı kurmak sadece evin kaba inşaatını bitirmek gibidir. Tabii ki fırtınada saatte 50 km hızla kurulan çadırlardan bahsetmiyorum. Öyle durumlarda çadır tam bir malikane olur.

İnşaat bittikten sonra ev içi düzen başlar. Çadır hayatınızdan keyif almak için çadır içinde düzen şart. Küçük bir alanda bir iki ya da üç kişi yaşamak zaten zor. Bir de alışılmış dolap tarzı düzenden, çantaya geçildiği için çadırda yaşam iki defa daha zordur.
Bu durumda:
8. Çadır içi düzen şarttır.
9. Çadır arkadaşları kendi düzenlerini zaman içinde kursalar bile asıl önemli konu ortak kullanılan malzemelerin yerinin belli olması ve herkes tarafından bilinmesidir.
10. Benzer malzemeleri gruplayıp aynı yere koymak işinizi çok kolaylaştırır. Mesela ayakkabılar bir yerde, tırmanış malzemeleri ayrı yerde, yiyecek malzemeleri başka yerde, giyecekler farklı yerde vs.
11. Kişiler kendi malzemelerini olabildiğince derli toplu ve kendi kullanım alanına toplamalıdır.
12. Acil durumlarda kullanılacak eşyaların yerleri hep sabit ve herkes tarafından biliniyor olması gerekiyor. İlaç, ilk yardım malzemeleri, düdük vs.

Çadır içi hayatın düzenli olması kamp hayatını hem kolaylaştır hem de aldığınız zevki arttırır.

İlk aklıma gelenler bunlar.

Çarşamba, Temmuz 30, 2008

Kaynıyor

Evet kaynıyor ortalıkta benim ismimden bir çok insan kaynıyor. Ben de buna tilt oluyorum.
Evet ben de google girince hiç kimse olmak istiyorum.... Neden bir sürü insan çıkıyor?

Aynı isme sahibim diye insanlar romantik bile diyemeyeceğim şiirleri ben yazıyorum diye düşünebilirler. Ayyyy. ..........
Saçlarım beyazladı bu olasılığı düşününce.
Gaziantepte bir adaş, Münihte başka biri. Sorarım size eyyyyy aileler, aynı ismi koymak zorunda mıydınız?
Ama tabii klasik bir türk olarak hemen "benden daha kötülerini var" diye düşüneyim ve mutlu olayım. Bir arkadaşım var onu taratsan google benden 10 tane çıkıyorsa ondan 1000 tane. Hatta daha da fazla olabilir :-)) Züğürt tesellisi ile mutluluk benim de hakkım :-))

Sanal ortamda adaşın bir sürü insan var ve seni tam tanımayanlar onu sen sanabilir. Bu bir karabasan olabilir....

- Olmaya da bilir mi?
- Ola da bilir.

Bu konunun çözümü için planlarım:
- kimsenin kullanmadığı bir nick bulmak, her yerde isminle onu da kullanmak. (Anasaziyi kullananlar var, gicik oluyorum)
- Yazı tarzı geliştirmek. Uslubuma güvenirim diyenler gelsin. Bol küfürlü bir tarz geliştirebilirim mesela.
- Sanal ortamdan kopmak. (Denedim olmadı.)
- Diğerlerini topuklarından vurarak ortamdan uzaklaştırmak. (Sanal ortamda fiziksel saldırı... Bir, tutarlı değil. İki, bana yakışmaz. )
- İlerde çocuğum olursa 10 ismin vermek. ( Onu bari kurtarayım)
- Diğerleri ile beraber yaşamayı öğrenmek. (Aman ne gereği varsa)

Sosyalleş sosyalleş nereye kadar?

Cuma, Temmuz 25, 2008

ODTÜ'yü yıkmak "G"üven, "Ö"zveri ve "T"ecrübe ister

Nasıl bir özgüven, nasıl bir umarsızlık, nasıl bir saygısızlık ki bir belediye başkanı çıkıp, Türkiye tarihinde, biliminde bu kadar önemli olan bir üniversiteyi yıkarım diye tehditte bulunuyor.
Bu kadar kolay top oynayacakları alanı biz onlara ne zaman verdik???? Tehlikenin bizden olmayanı yaşatmayız demenin, küstahlığın bu boyutunun açıklaması ne olabilir ki?

Ben Ereğli'de büyüdüm. Kdz. Ereğli de. Bir işçi çocuğuyum. Babam Erdemirden hastalığı dolayısıyla malulen emekli oldu. Ayakkabı tamir ettiği dükkanında, okullara servis çekerek üç çocuğunu okutmaya çalıştı yıllar boyunca. ODTÜyü kazandığım zaman herkesin sevinci fabrikadaki mühendislerin mezun olduğu okulu kazanmamdandı. ODTÜ mühendis demekti, okumuş adam demekti, adam demekti. Kaç iyi üniversitenin mezunları dağılmıştır Anadoluya?
Herkesin birbirine hocam dediği, yurt önlerinde Anadolunun dört bir tarafından gelen, zengini fakiri bir arada ayırmadan okuyan, hepsinin "çs"lerde, kütüphanelerde sabahladığı, beraber eğlendiği, yaşadığı kaç okul var ki bu ülkede?

Virüs olarak kanıma karşılıksız birşeyler yapmayı sokan bu okulda, bölüm hocalarımın kendi ceplerinden yurtdışından gelecek akademisyenler için lojman yaptırdığını bilirim. Beş kuruş parası olmadığı halde, gecekondu bölgelerine haftasonu ders vermeye giden, cebinden öğrencilerine küçük ödüller alan arkadaşlarım.... herşey sanalmış. kaçak kaçak, salak salak yaşamışız biz.... olmamalıyız bu ülkede. Bu mantık, bu tarz olmamalı. kötü örneğiz. Adamım deyip kayırmadan, işini doğru, adaletli, bilimsel değerlere uygun yapan, karşılıksız birşeyler yapabilecek herkes kötü örnek onlar için.

Bu ülkeyi din, ahlak, vatan millet, para kazanmak için herşey mübah diye diye yozlaştırmaya devam ediyorlar. Bir çin atasözü der ki " Bir çocuğu eğitmeye babaannesinden başla." Tersini al, bir ülkenin geleceğini çok değil iki kuşakta, eğitim sistemini yok ederek buda, kurut. 3-4 çocuk doğurt, bilimsel örgütlerini parmağında oynat, eğitim sistemini sürekli değiştir, deneme tahtası haline getir... Komşu ülkelere eğitimsiz işgücü ol. Parasızlık, işsizlik, ekonomik istikrarsızlık korkuları ülkeyi yönetmede kullandığın araçların olsun.

ODTÜ'yü yıkmak "G"üven, "Ö"zveri ve "T""ecrübe ister. Çünkü karşılarına sadece ODTÜlüler değil, işini doğru yapan, aklı ve vicdanı hür, tek amacı rant, para olmayan herkes çıkacak. Ülkesinin geleceğine sahip çıkan, maşa olmak istemeyen herkes....

Aşağıda çok güzel bir yazı var. Buyrun okuyun.

From: Ender Buyukculha <http://us.mc657.mail.yahoo.com/mc/compose?to=enderbuyukculha@yahoo.com>
Subject: [ankaramplatformu] odtülülere
To: "ankaram platformu" <http://us.mc657.mail.yahoo.com/mc/compose?to=ankaramplatformu@yahoogroups.com>
Date: Wednesday, July 23, 2008, 10:24 PM
ODTÜ'LÜLERE

Duyduk ki, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek, ODTÜ'de kaçak yapılar olduğunu iddia ederek, rektörlüğe cezai işlem uygulamış ve hatta yıkım tehdidinde bulunmuş.
Bizler bu gelişmeden haberdar olduğumuz ilk an da, yaklaşık üç yıldır Gökçek'in halk düşmanı tüccar belediyecilik anlayışına karşı mücadele eden Dikmen Vadisi Halkı olarak, geçen bu süreçte Gökçek'i fazlasıyla tanıma ve anlama olanağı bulmuş olmamızdan kaynaklı, "kesin bu işte bir bit yeniği vardır" ve "Gökçek ODTÜ'den bir şeyler koparmak, rant sağlamak istiyordur" diye düşündük.
Nitekim çok geçmeden, Eymür Gölü'nü almak istediğini, hatta ODTÜ içinden otoban geçirmeyi düşündüğünü, bütün kamuoyu ile birlikte biz de öğrendik.
Tabi Kızılırmak suyuna dair bilimsel itirazlardan, idari yargıda süren davalardaki bilirkişi raporlarına değin, Gökçek'in ODTÜ'lülerden çok çektiğini, intikam için yanıp tutuştuğunu da biliyoruz.
Gökçek için ODTÜ'yü yıkmanın, her koşulda "G"üven, "Ö"zveri ve "T""ecrübe istediğinin; öncelikle ODTÜ gençliğinin Gökçek'e geçit vermeyeceğinin bilincindeyiz.
Bu nedenle içimiz rahattır, sizler için kaygı duymuyoruz.
Ancak, Gökçek'in rant amaçlı kentsel dönüşüm projesine karşı üç yıldır barınma hakkı mücadelesi veren biz Dikmen Vadisi Halkı, her ne kadar yoksulluğumuzdan kaynaklı üniversite okumamış olsak da, bir nevi "Gökçekoloji" dalında bütün önlisans, lisans ve lisansüstü programları başarıyla bitirmiş olduğumuz inancıyla, yine de size birkaç naçizane öneride bulunmayı gerekli ve faydalı gördük.
Belki işinize yarar veya siz işi çoktan yoluna koydunuz, kim bilir …
Gökçek ve onun halk düşmanı tüccar belediyecilik anlayışıyla nasıl mücadele edileceği noktasında, aslında Ankara'daki daha çok bir kişi ve kurumun fazlasıyla test etmiş olduğu taktik ve stratejileri, bu amaçla sizin için yeniden özetleyelim istedik.
Buyurunuz …
1-)Her mücadelede propaganda son derece önemli ve gereklidir. Ne yazık ki Gökçek bu işin de uzmanıdır. Özellikle TV ekranlarını kullanma noktasında son derece beceriklidir. Belediye başkanı olmasa idi birkaç büyük kanalda aynı anda çıkan büyük bir talk şovcu olurdu inanın. Nitekim üç yıldır bizimle bir kez olsun masaya oturmadı ama 50 den fazla TV programında bize seslendi veya bize dair konuştu. Dikmen Vadisi'nde yaşayan bine yakın haneyi, binlerce insanı; üç beş kişiden ibaret ideolojik bir grup olarak tanıttı durdu, hatta "Bunlar aslında vadide oturmuyor, Mamak'tan gelip vadide eylem yapıyorlar" lafını o kadar sık propaganda etti ki, içimizden yaşlılar bazen yanlışlıkla Kızılay'dan eve gitmek için Mamak otobüslerine biner oldu. "Ben onlara ev verdim, arsa verdim, almadılar" yalanını o denli beyinlere kazıdı ki, arada boş bulunup, "Şu bize verilen evi satıp ta bir yazlık mı alsak ? Arsaya villa mı yapsak yoksa iş hanı mı ?" der olduk, yanımızdaki cimdik atmasa, öyle hayal dünyasında yaşayıp gideceğiz. Sonuç olarak, ya bir TV kanalı almalı, ya sıfırdan kurmalı, ya da vatandaşın akşam evinde TV seyretmemesi için alternatif sosyal çabaları geliştirmeli ve yaygınlaştırmalı sınız. Yoksa, abarttığımızı sanmayın, gün gelir, sizin hakkınızda söylediği bütün yalanlar herkes tarafından gerçek olarak bilinir hale gelir. "Bir şeyi kırk kez söylersen olurmuş" teorisine sıkı sıkıya bağlı olan Gökçek, ola ki TV programlarında, "ODTÜ topraklarında petrol varmış" demeye başlar, bir iki ay sonra ABD saldırısına maruz kalabilirsiniz, Bush'u bile inandırır valla. Ya da der ki, "bu ODTÜ'lülerin topu uzaydan gelen yaratıklardır", Ankara ahalisi toplanıp taşa tutar sizi. Bu nedenle o ne zaman bir TV programına çıkacak olsa, aynı gün ve saatte "Kızılay meydanında bütün vatandaşlarımıza bedava döner ekmek ve ayran dağıtılacaktır" gibisinden işler icat edip, vatandaşı televizyon başından uzaklaştırın. Belki sopa yersiniz ama en azından vatandaş gerçeklerden uzaklaşmamış, bilinci kirletilmemiş olur.
2-)Her insan evladı gibi onun da bazı zaafları, zayıf noktaları vardır. Bu kavgada acıma, insaf olmaz; buldun mu açığını vuracaksın. O nedenle söz konusu zayıf noktalarına dair stratejiler geliştirin. Mesela, nerede heykel görse tükürür bu zatı muhterem. Tıp henüz bir çare bulamadı, bir nevi tik olmuş adamda. Eğer ki bir gecede kentin belli başlı yerlerine heykeller kondurabilirseniz, muhtemelen akşam olmadan su kaybından öbür dünyayı boylayacak, en azından ağzında tükürüğü kuruyup, uzun süre TV'lerde programa falan çıkamayacaktır. Diğer bir zaafı da bilumum yerli ve özellikle yabancı devlet büyüğü ile yakınlık kurmadaki zaafıdır. Bunu ya marifet saymakta ya da yazık içinde çocukluktan kalma bir arıza var. Yeşilçam'ın meşhur "Amca size baba diyebilir miyim ?" sözünün, makam odasında tam da masasının arkasında çerçevelenmiş halde asılı olduğu söylenir. Siz de ecnebi öğrenci çoktur. Otursunlar kendi dillerinden mektup yazsınlar Gökçek'e. Biri desin ki "İngiltere kraliçemiz sizinle tanışmayı arzuluyor", biri desin ki "Tanzanya hükümet başkanımız sizin methinizi çok duydu, buluşmak ister". Memleket fark etmez. Mektubu alınca kesin kanar bir anda sevinir garip. Bir süre, işin aslı anlaşılana kadar sizi unutur böylece. Yalnız R. Tayyip'i, A. Gül'ü falan malum tanır, bir de Güney Kore Başkanı ile tanıştır. Onlar adına yazarsanız foyanız erken anlaşılır. Futbola da, bir sükse yapma aracı olarak, fena tutkuludur. Eğer ki kulağına, "Fenerbahçe taraftarı sizin kulübe başkan olmanızı istermiş" veya "Ronaldinyo menajerine 'Ben Ankara sporda oynamayı isterim' demiş" gibisinden dedikodular fısıldama imkânınız olursa, bir yıl rahat edersiniz kesin.
3-)Onun da korkuları, korktukları vardır. Mesela Türkiye'nin en borçlu belediyesini yaratan adam olarak, Maliye'den çok korkar. Birkaç arkadaş şöyle takım elbise bond çanta falan evine gitse, hanımı da size kanıp "Melih, kör olasıca, eve haciz geldi !" diye onu arasa, ya kalpten gider, ya da hemen yurt dışına kaçar. "EGO bozuk çıkmış, iade etmek istiyorlar" lafına inandırırsanız da aynı etkiyi yapar. Bir de bizden korkar. "Dikmen Vadisi Halkı senin villanın bahçesine gecekondu dikmiş ! Yetiş !" deyin, yutarsa rahat edersiniz.
4-)Gökçek en çok parayı ve para kazanmayı sever. Ne yaptıysa bu amaçla yapmıştır. O bir tüccardır. Belediye başkanlığı, istemeden yaptığı zoraki bir meslektir. Her akşam evde ailesi ile milyoner, monopol vb. oyunlar oynadığı rivayet olunur.. Örnek aldığı şahsiyetin yani idolünün, "Süngerbob" çizgi filmindeki "Bay Yengeç" olduğu söylenir. Ankara'nın dört bir yanındaki alt geçitleri gerçekte, "Ankara'nın bir yerinde toprağın altında bir küp altın gömülüymüş" diye bir söz duyduğu için yaptığı bilinir. Onu, içinde bulunduğu ve doğasına yabancı bu zoraki yaşamdan uzaklaştırıp, ömür boyu mutlu olacağı gerçekliği ile buluşturun. Böylece sizi de rahat bırakır. Hem de yazık sevaptır. Mesela ona deyin ki, "ODTÜ'de bir bakkal dükkânı açalım sana" veya "ODTÜ tuvaletleri paralı olsun, kapıda da sen dur, hem kolonya peçete de bizden sermaye" deyin. Bütün makam, mevki, unvan, ne varsa bırakır koşar gelir valla. Gerçi bakkal yapsan peynirin kurtlusunu kakalar, tuvalete bekçi yapsan "küçük 1000 YTL, büyük 10.000 YTL" der, bi kuruş da aşağı inmez, üstelik çaresiz altına yapandan da tazminat alır. Ama sonuçta ODTÜ de, biz de kurtuluruz. "E siz neden yapmadınız bunu ?" derseniz, son şıkka bakınız.
5-)Son şık. Diğerleri de işe yarar tabi de, asıl önemlisi budur. Mücadele edin gençler ! Bir araya gelin, dişinizle tırnağınızla savunun üniversitenizi ! Bu ülkenin değerlerinin, zenginliklerinin; tüccar zihniyetli yöneticilere, rantçılara, sermayeye peşkeş çekilmesine izin vermeyin ! Bırakın yasalar ne der, yetki kimdedir; siz gücünüzü ve meşruluğunuzu asıl yaşamın ve mücadelenin içinde arayın ! Bizler ODTÜ'de okumadık ama birçoğumuz işçi olarak çalıştı orada. Az da olsa çocuklarımızdan okuyanlar da var, sizin arkadaşlarınız. "ODTÜ ruhu" dedikleri nedir, nelere kadirdir, biz biliriz. Yoksulluğumuz, cahilliğimiz, "onlar işgalci, beleşçi, hazıra konmacı" gibisinden yaygın orta sınıf bakışı, belki bizim üç yıldır süren mücadelemizin istediğimiz noktalara gelmesine, kent ve ülke kamuoyu ile buluşmasına engel oldu. Ama bizler Dikmen Vadisi'ni ve kondularımızı, yalnızca biz, çoluk çocuk sokakta bir başımıza kalmayalım diye değil, bu büyük talan artık dursun diye savunduk. Biliyoruz ki, ister fabrikasının tersanesinin özelleştirilmesine karşı duran işçiler, ister kamu hizmetlerin piyasalaştırılması na itiraz eden kamu emekçileri, isterse şimdi üniversitesini savunmak zorunda kalan ODTÜ gençliği, hepimiz aynı kavganın aynı tarafında saf tutmuş durumdayız.
Mücadele etmekten başka seçeneğimiz yoktur ! Hak ve kazanımlarımızı savunmak zorundayız ! Bunun için kararlı, dirençli ve inançlı olmalıyız !
Duyumlara göre Gökçek, önümüzdeki haftalarda vadiye büyük bir yıkım saldırısı yapacak, belki de vadi halkı olarak sona yaklaştık. Ama bizim tek başımıza yenilmemiz veya kazanmamız değil önemli olan, bir bütün saldırı içinde olan düşmanın kazanmamasıdır. Ve belki ODTÜ'lü gençler, bir başka cephede, nihayet durdurur, geriletir bu talanı ve bu adamı. Bir kenti, bir ülkeyi nihayet uykusundan uyandırırız.
Sonra, o gün gelip de zaferi kazandığınızda, yorgunluğunuzu atmak için vadiye gelirsiniz, eğer kalırsa tabi o doyumsuz yeşilliğin içinde, yıkıntıların arasında size çay demleriz, oturur sohbet ederiz.
Ne güzel olur gençler ! Mutlaka bekleriz ….
Yolunuz, yolumuz açık olsun ….
Dikmen Vadisi Halkı
www.dikmenvadisi. org

Perşembe, Temmuz 17, 2008

Anasazi

Anasazi anasaziyi anlatıyor....

Kendimden bahsedeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Biraz kavimden bahsedeceğim birazsa bendeki yerinden. Anasaziye anasının kızı denmesi benim için sorun değil ama anasazilerin kemikleri toprağın altında sızlıyordur herhalde.

Anasazi... Bu yazıyı okuyanlar arasında kaya tırmanalar var mıdır? Varsa onlar ya duymuşlardır bu kelimeyi, ya da duyacaklardır. Kaya tırmanışına devam ettiğim zamanlar ( fi tarihi oluyor), yeni bir ayakkabı modeli geldi piyasaya. Anasazi Velcro. Tırmanıcıların tercihi, muhteşem frictionlar (namı diğer sürtük). Eee benim gibi 6 aya bir fricton eskiten kişi olsaydınız hemen haberdar olurdunuz anasazi velcrolardan. Biz iki arkadaş internetten sipariş verdik ayakkabıları. Sipariş verme, ayakkabı numarasını seçme sürecini anlatmayayım. Uzun sürdü deyip geçiyorum.

Kaya tırmanış ayakkabıları genel olarak 1 -2 numara küçük alınır ki, zaman içinde genişlediğinde ayakkabı ayağınızda terlik gibi olmasın. Biz de bu ayrıntıyı dikkate alarak ayakkabıyı 1 numara küçük ettik. Gelen ayakkabı o kadar çok küçük ve o kadar genişlemez bir şey çıktı ki ayağımdaki tüm problemlerin tek sebebi o ayakkabılar sayılabilir. Onlar yüzünden dikey yüzeyde nasıl hoplanıyormuş öğrendim. Hele sıcakta. Artık kimseye küçük ayakkabı al demem. Ne küfür yemek isterim, ne de ah çekmek.

Tabii ki bu benim anasaziyi soyutlaştırdığım nokta. Bir de genel anlamı var değil mi? Anasazi kızılderili bir kavim. Utah bölgelerinde kayalık alanlarda yaşamışlar. Amerikan filmlerinde uçsuz bucaksız sarı alanda , hani tepsi içine bir tas pilavı ters çevirip bırakırlar ya, bu görüntüye benzeyen ayrık üstü traşlanmış gibi duran kayalık araziler vardır. Bunlar da oralarda yaşamışlar. Tırmanarak çıkıyorlarmış. Şu anda da bu kentlerden bazılarına iple ya da tırmanarak çıkılıyormuş. Tırmanmayı çocuklara da öğretiyorlarmış ve kaya üstlerine sadece kendilerini bildikleri tutamaklar açıyorlarmış. Herhangi bir saldırıda çocuklar dahil herkes, hemen yukarıya tırmanıyorlarmış ( Bunu bana uzun süre Coloradoda yaşayan bir arkadaşım aktardı). Ayrıca mimari ve kültürel açıdan epey dikkat çeken bir kavim. Ortadan aniden kaybolmaları ise tam bir muamma. Bu arada anasazinin kendi dillerindeki anlamı ( torunlarının kavimi olan Pueblo kavimi bu adı hiç sevmiyormuş) düşman ecdatmış. Yumuşatılmış haliyle ecdat :-)))

Çok ilginç bir kavim.
merak edenler buyursun: http://en.wikipedia.org/wiki/Ancient_Pueblo_Peoples
http://www.nps.gov/archive/meve/cliff_dwellings/cliff_palace_home.htm
http://www.oku.gen.tr/Anasazilere_Ne_Oldu__Tarihi_Gizemler/
http://www.nps.gov/archive/meve/cliff_dwellings/cliff_palace_home.htm

Ben mi neden kullanıyorum? Seviyorum deyip geçeyim ;-)

Cumartesi, Temmuz 12, 2008

Kapama

Aslında "kapama" konusunda neden yazmak istediğim tam olarak ben de bilmiyorum. Toplum neden bir kadına kapama der; altındaki psikoloji, benzerlik nasıl bir şeydir ki insanlara kapama fiilini çağrıştırmış ki bu kelime ile durumu anlatmak istemişler. İncelemek lazım. Zaten biraz sonra inceleyeceğiz.

Ama bundan önce burada beni çocukluğumdan beri rahatsız eden bir ifadeye değinmek istiyorum: "dost hayatı yaşamak " . İlk duyuşum 5-6 yaşlarında idi. Annemin dudaklarını pis bir şey görmüş gibi büzüştürüp "dost hayatı yaşıyorlarmış" demesini hatırlıyorum. Anlamadım. Allah allah... Dost güzel birşey. Arkadaş. Dost hayatı yaşamak ne demek ki? Bu kadar uzun zaman aklımı kurcaladı ki. Büyüklere soramazsın, hemen boyunu aşan şeylere karışma bakım derler. Oysa ki sözlü ifade ve mimikler arasında o kadar büyük bir tezat var ki, seni anlamak için kışkırttır da kışkırtır.... Sonunda anlamını öğrendik tabii ama ben bu tabire karşıyım. Dünyadaki en güzel duygulardan birisidir dostluk. Kim zaman en içinizi acıtan , en çok yaralayan kişiler onlar olur. Dar zamanında iki elleri kanda da olsa gelebilecek çok değil bir kaç eş dost bile, insanın yastığa başını rahat koymasını sağlar. Ama milletimiz hem buna çok önem veriyor hem de efenim beraber yaşamayı (tabii ki evlenmeden) dost hayatı yaşamak olarak ifade ediyorlar. Yok efendim yok. İnsan dostu ile eşini, sevgilisini gayet net ayırt etmeli. Öyle dost hayatı yaşıyor dememeli. Ne o öyle çapraşık ifadeler...

Asıl konu kapama konusu idi. Çıkış noktamız yine kelimenin anlamı olacak. Onun için tdk ve ekşi sözlüğe bakalım.

Tdk:
1 . Kapamak işi.
2 . Taze soğan ve marulla pişirilmiş kuzu eti yemeği.
3 . Metres.
4 . eskimiş Üst baş, giyecek takımı.

ekşi sözlük:
* tur et yemegi. kapama ismini de tencereninin uzerine kapanan hamurdan alir. hamur hem lezzet katar hem etin kendi icinde sorkule olmasini saglar. hamuru yenmez yanniz atilir.
* bir ceza türü; üç gün kapama, beş gün kapama, aylar oldu kapama gibi çeşitleri vardır.
* bir erkek tarafindan evlenilip eve hapsedilmiş kadın. erkek tarafindan tavlanip cebe atilmiş güzel kadin anlaminda da kullanilir.
* (bkz: metres)
* güzel, faal ve ünlü kadınların bazı işadamı erkeklerle evlendikten sonra düştükleri durum

tdk:
metres Fr. maîtresse
Evli bir erkekle nikâhsız yaşayan kadın, kapama, kapatma: § “Sanki bir yarışta imiş gibi, metresinin arkasından nefesi tıkana tıkana iki sene koşmuş.” -Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur,

Aslında bu kapama kelimesi ve ifade ettikleri bir yazı ile anlatılacak gibi değil. Öncelikle metres anlamı var kapamanın. Yani ne; ikinci kadın durumu. Yasak, resmi olmayan ilişki yaşayan kadın metres. Kötü kadın, öteki kadın. Ne dersen de. Fakat aslında bu kelime bence tam olarak kapamayı ifade etmiyor. Neden? Metres olayında bir özgürlük kısıtlama hissiyatı yaşamıyorsun. Oysa ki kapamada biri kapatılmış, diğeri kapatmış. Neden türk toplumu böyle bir ifade tarzı şeçmiş onu araştırmak lazım. Yani kuma var bizim kültürde. Geçmişte yaygın bir durum. Kuma olarak alınmıyor bir kadın, kapama oluyor.... Tabii türk toplumu içinde de mikro kültürler var kuma, metres heryerde kabul görmez. Hikaye yazacak olursak: Adam zengin. Ağa, paşa vs. Bir kadına aşık oluyor evli olduğu halde, ya da evli değil ama paşazade baba izin vermiyor o kadına. Adam alıyor kadını kapatıyor bir eve. Adam, kadınla beraber yaşıyor ama adam her ne kadar sahiplense de, resmiyet olmadığı için kadını kapatmış oluyor.

Ekşi sözlükteki diğer anlamlar beni daha çok çekiyor: ilişkinin yasallık sorunu yok. evli değil ya da beraberlik normal. ama kadına kapama deniliyor, neden? Ne durumda ? Diyelim adam çok ünlü iş adamı, devlet bakanı vs vs. Kadın ise artist film artizi. Aklınıza Nicolas Sarkozy ve karısı Carlo Bruni geldi mi? gelsin gelsin. Şimdi tabii Carlo Bruni evlendikten sonra hanım hanım oturacak bir karakter değil. Her ne kadar İngiliz aristorisisi onu hanım hanımcık bulsa da (kendi gelinlerini müslümanla beraber oldu diye neler yaptılar) hatun protokol kuralları ile yaşayacak karakter değil. Bu kadın olmaz ama gerçekten ruhu kayan ve kapama olan kadınlar var. İlk başta rol gereği. Daha sonra bunlar özümseniyor. Ön planda olan erkeklerin yanında (gözünüzün önünden first ladyler geçsin) olmanın verdiği zorunlulukla ödün veren, sonra da entrikalarla gücü eline alan kadınlar.... Ben sana diyeyim kardeşim sen kapamadan kork. Şimdi bir gülümüz var mesela. Çok başarılı bir öğrenci iken küçük yaşta evlenmiş, herşeyi bırakmış edepli bir biçimde evinin hanımı olmuş. her yerde bu lanse edildi ya zamanında. Bu kapama değil de nedir?

Bu konu üstünde gerçekten düşünmek lazım öyle bir blogluk yazı değil. neden geçmişte bu ifade seçildi ? şimdilerde neden bu kelimeyi kullanmıyoruz? Hayatımızda yeri kalmadı mı acaba? Örnekleri üstüne düşünüp ileride bu konuyu tekrar açacağım.

-----------------------------

"sözcük bir düşünce taşıtıdır." jean paul sartre

Çarşamba, Temmuz 09, 2008

Götürmek Kavramı

Türkçedeki naçizane fiillerden bir tanesidir götürmek.

Tdk ya bakalım:
1 . Taşımak, ulaştırmak veya koymak: "Hamalın biri, sırtına koca bir ayna vurmuş, götürüyordu."- H. Taner.
2 . (-i, -e) Bir kimseyi bir yere kadar yanında yürütmek.
3 . (-i, -e) Bir şeyi yakından uzağa götürmek.
4 . Yerinden ayırıp uzağa atmak veya yok etmek: "Bir mermi bacağını götürdü. Duvarı su götürdü."- .
5 . (nsz) Öldürmek: "Hastalık çok insan götürdü."- .
6 . (-e) Dayanmak, katlanmak, tahammül etmek.
7 . (-i, -e) Birinin yanında yürüyüp ona bir yere kadar arkadaşlık etmek: "Beni evime kadar götürdü."- .
8 . (-e) Bir sonuca vardırmak: "Bitirmeden şunu da söyleyeyim, ahlaka, gerçek ahlaka götüren başlıca yollardan biri de aşktır."- N. Ataç.
9 . Kaybolmasına, yok olmasına yol açmak: "Eksiler artıları götürdü."- .
10 . argo Tümüyle sahip olmak.
11 . argo Çalmak.

Birleşik kelimelerden:
sugötürmez - sözgötürmez :
"Başka bir yoruma elverişli olmayan, kesin, sözgötürmez: "Müftünün sugötürmez bir mantığı vardı."- R. N. Güntekin."

Yaygın kullanımı ile taşımak, ulaştırmak kavramını barındırıyor götürmek fiili. Fiilin kökenini araştıramadım ama merak da etmiyor değilim. Kökü nedir acaba?

Tabii gündelik anlamda farklı kullanımları da var. Mesela karı-kız, rus götürmek. Buradaki anlamı daha farklı ama tdk nedense argo da olsa bu anlamına yer vermemiş. Bu anlamına zorlama olarak "tümüyle sahip olma" açıklamasının içinde yer verildi denilebilir ama benim için ikincil bir referans kaynağı olan ekşi sözlüğe bakalım:

- konuşma dilinde ozellikle 1970 sonrası gençliğinde ilişkilerde bir erkeğin kızı tavlaması veya kızın erkeği tavlaması için kullanılan yüklem

- kadına cinsel açıdan sahip olmak (naif bir açıklama olmuş bence :-))

- orijinali "gittirmek" kelimesidir. gitmesini sağlamak anlamına gelir.

- ingilizcede "score" kelimesi ile karsilanan ve kisa sureli ve cinsellik agirlikli iliskileri anlatmak icin kullanilan (orn: i scored 3 girls last week- "gecen hafta 3 kizla birlikte oldum" demek isteniyor) argo teriminin turkcede yerlesmeye baslayan karsiligi. daha cok erkeklerce kullanilsa da unisex bir terimdir, kadinlar da "goturebilir". ingilizcedeki "score" fiiline karsilik gelse de anlamca arada bir miktar fark vardir. "score" karsilikli bir iliskiyi anlatir, iliskinin diger tarafini kucumseyici, asagilayici bir anlam tasimaz, "goturmek" ise bir tarafin baskin oldugu bir eylemi anlatir. sanki alttan alta, "tongaya dusurmek, tuzaga dusurmek, ilacina icki katmak, bastan cikartmak, kirletmek" gibi 70li yillar turk melodramlari terimlerinin pislik 90li yillar versiyonu gibidir.

TDK ve ekşi sözlükten faydalanarak götürmek kavramını biraz daha tanımış olduk. Bu kelime erkek ya da kız arkadaşınızın işine göre hayatınızda önemli bir yere sahip olabilir. Mesela diyelim kız ya da erkek bilgisayar mühendisi ve "dün akşam rusları götürdüm" diyor. Burada sevgili "noluyoruz" diye horozlanır. Ama diyelim kız ya da erkek ulaşım ya da turizm sektöründe olsun, taksici-turist/tur rehberi vs. "dün akşam rusları götürdüm" ibaresi daha karmaşık bir durum olacaktır. Milliyetçilik yapmadan bir diyalogla örnek verelim.

- Fransızları götürdüm.
- Nasıl yani. vıdı vıdı vıdı. bla bla bla.
- Eminönüne yahu. Gezdirdim.
- Gezdirme, götürme bundan sonra :-)))

Bir arada "kapatma" kelimesini inceleyim istiyorum. Daha sonraki konularda gelecek. Bekleyin.
Kapatma-kapama....

Perşembe, Temmuz 03, 2008

Yaratıcılık

Doktor Mantar ve desteği olmazsa bu iş olmaz. Sayesinde ampul yandı, konu bulundu: Yaratıcılık...

Bir zamanlar gazetelerin 3. sayfalarındaki küçük puntolarla yazılan ilginç haberlerden biri dikkatimi çekti. Haber İngiltere'de yapılan bir araştırma ile ilgili idi. Araştırma sonucunda sorunlu ailelerin çocuklarının daha yaratıcı oldukları ortaya çıkmış. Haberi ilk önce yadırgadım. Nasıl yani? Özenilen, o kadar öğrenilmeye çalışılan bir şey nasıl olur da istenmeyen bir durumdan ortaya çıkardı. Fakat daha sonra hak verdim. Yaratıcılık ortada bir problem sorun, rahatsız eden birşey olduğunda ortaya doğal olarak çıkıyor. Öyle ben yaratıcı olayım dedip ne kadar yaratıcıcı olabilirsiniz ki. Hadi deneyin bakalım; yarın bugünden daha çok yaratıcı olun :-)))

Sorun gerek sorun... Tembel adam yaratıcı olur mesela. Çünkü üşenmeyen adama göre bir sıkıntısı vardır. Sıkıntıyı çözmeli, çok emek- zaman harcamadan işi halletmelidir. Kısacası efendim öyle rahatınız yerindeyse, halinizden memnun iseniz yaratıcı olmanız zor. Aile sorunluysa zaten doğal ortam sunulmuştur size. Daha ne istiyorsunuz! Kendi başınızın çaresine bakmalısınız. İş kıl.... o zaman atlatma yolları. Ya da herşey normal, bünye rahatsız. Kaşınıyor, deşiyor yapayım birşeyler diyor. Buyrun işte size sorun....

Tabii ki işte, ailede ve sizde problem olmayabilir. Bu durumda iyyyy ne kadar sıkıcısınız, bir kediniz bile yok.... Yaratıcı olamazsınız.... Siz özel derse gidin. Belki gelişirsiniz.

Yok yok gelişirsiniz. Kaşınma yöntemleri kişiden kişiye değiştiği gibi, kişinin kaşınma yöntemi zaman içinde de değişebilir. İş ev aile denklemine bir özel hobi eklersiniz alın size dert. Hayvan beslersiniz; onu bunu şunu yaparsınız bu kentte hepsi dert. Hemen problem çözme yollarını bulmanız gerekir. Ama bunların güzelliği hayata kattıkları farklılıklar, farklı düşünceler ve en sonunda ise farklı şekilde bakabilme yeteneğini kazandırması, neden olmasın sorunu sordurabilmesi değil midir? (Züğürt tesellisi mi desek).... Bu zenginlik para ile ölçülemez. Ve paradigmalar zaman zaman değişmedikçe insan olmanın ne anlamı var ki?

Efenim yaratıcılık konusunda internetten birşeyler bulayım dedim. Öpüşürken yaratcılı olun diye bir sayfa çıktı. Yaratıcılığın sınırı yok bilesiniz.
Sonra bir yerde tevekkül kelimesini doğru şekilde kullanabilir miyim oldum. Olabilir mi diye araştırıken eksi sozlukte soyle bir tanım buldum, ilgimi sekti paylasmak istedim: " kirmaniye göre: bulmak ve kaybetmek sırasında kalbin sukûnet içinde olmasıdır. "

Eylemlerimiz devam edecek. Bir sonraki konu hııımmm hımmm buldum... arkası yarın....

Salı, Temmuz 01, 2008

Motto nedir?

İhmal edilen bir blog...

Zaten bu işi bilenler beni uyarmıştı: Bak blogunu ihmal etme, her gün yazı göndermeye çalış. Diğer bloglara gir, onlara yorumda bulun. Ordan burdan yazma. Blogunun konusu olsun.
Bunları yaptık mı?
Tabii ki hayır.
Yapacak mıyız?
Bir ihtimal.
Ama konu bulamam. Neden mi? Sıkıcı. Kuyruğunun peşinde dolaşan kedi gibi, hep aynı konuda yaz dur. Hem zaten yazabileceğim konularda benden kat kat iyi yazanlar, bundan zevk alanlar var. Onlar yapsın efendim. Konusuz olsun rahat olalım. Belki reyting böyle de artar... Keh keh keh.

Koştur koştur giden bir gündelik hayat (nereye gidiyorsa?); trafik, inip çıkan siyasi tansiyon - ekonomik veriler, eee avrupa kupası maçları, eğitim ottur ...tur derken geçiyor günler.

Geçecek tabii... Yoksa nasıl 35, 40 , 50, altmış, yetmiş, seksen hadi yandan ooooohhhh, ohhhhh... olacağız ki?

Ben anladım benim otobüs-araba neyse uzun yol vaktim gelmiş. Öyle zamanlarda türk insanının ev altına dükkan yapma merakı konusunda bile konuşabiliriyorum. Bilenler bilir. Kendime geliyorum.
Yaratıcılık kaybı doktor bey. sebebi nedir nedir?

Tarım işçileri potansiyel terorist, aydınları şüpheli, milletvekilleri zanlı, kendisi mahmure olup çekirdek kabuklarını yere atan yurdum insanı daha sık görüşmek ümidiyle ;-))))

Bir elinde ayna, bir elinde cımbız umrunda mı dünya mottosu ile anasazi....

Cuma, Mayıs 09, 2008

Pandora'nın Kutusu

Elde mutsuzluk için, huzursuzluk için hiçbir sebeb yokken neden huzursuzdur insanın yüreği? neden donuk donuk bakar gözleri? Eskiden arap kızı misali yagmuru izlerken sevinçle dolan yüreği, neden katılaşmıştır? Büyümek midir bu? Kanıksamak mıdır büyümek?


Bir zamanlar şu anları yaşamak için yukarıya açılan eller, elini tuttuğu mutluluğu neden sadece sadece... öylece kalır ki? Eller sıkıca sıkılır sadece... Çocukluk sevinçleri?... Çocukluk sevinçleri miydi onlar acaba? Saflıklar? ....


Saf duygular... Boş gözlerle açık denize bakar gibi. Denizin usul usul dalgalarına bakarken, donup kalmak. Zamansızlık.... Hissizlik....

Yanaklardan süzülen bir damla tuzlu su karışır yoğunluğa, kaybolur gider. Ne de olsa sessizce akıp giden damlalar oluşturmuştur o engin yoğunluğu. İçinde rengarenk hayatları barındıran o yoğunluk, çıplak gözle görülmeyen gizli dünyaları barındıran.

Her damla neden, niçin, hangi sebeblerden akıp gidiyorsa o denize; hepsi ayrı bir güzellik, farklılık katmakta... Hayalleri, ıstırapları, umutları ve donmuşlukları alıp diğer boyuta, denizin derinliklerindeki o sonsuz dünyaya taşıyor gözyaşları. Her bir damla gözyaşı bu dünyada açılmayacak olan, "Pandora'nın Kutusu". Çarpınca denizin dibine; parçalanınca Pandoranın Kutusu birbirinden farklı, eşsiz hayatlara dönüşüyor. Balıklar, süngerler, mercanlar, sümüklü yosunlara hatta...

Bizi bu tarafta tutan şey ise belki de aşağıya daha çok renk katabilme isteği, gücü.... Yaşama isteği, gözyaşlarını tekrar akıtabilmeyi göze almak sadece....

Çarşamba, Nisan 23, 2008

– inanmak karanlıkta korkmaktır.


– bir bakıma öyle


– inanmamak, aydınlıkta kaçmaktır.


– bir bakıma öyle.


– inanma sakın!


– olur.


– inanmamazlık etme sakın!


– olur.


– inanıp kalma!


– olur.


– inanmayıp kaçma!


– olur.


biri öbürünü ayartıyor.yoksa öbürü mü birini?


özdemir asaf yuvarlağın köşeleri

Perşembe, Nisan 10, 2008

ORMAN

Birilerinin bizlere doğanın bir parçası olduğumuzu, onu koruyamazsak geleceğimizi de koruyamayacağımızı; "insan doğaya karşı bir kez daha kazandı" söyleminin sadece doğadan değil hem yaşadığımız andan, hem geleceğimizden çok şey götürdüğünü; insanın doğaya karşı değil, onunla uyum içinde yaşaması gerektiğini anlatması gerekiyor.

Birilerinin bizlere anlatması gerekiyor. Pardon ne anlatması sinemalarda göstermesi gerekiyor. Belki bir sinema filmi (tabii ki korku filmi olurdu) yapılsa idi, bizler neler olacak diye düşünmek zorunda kalmazdık. Bu film, talan edilen ormanlık arazinin yerine yapılmış olan otellerin pansiyonların nasıl boş kaldığını; beton yığını olmuş sahil kentlerimize turistin gelmediğini; tarla yeri olarak açılan alanlardan artık mahsul alınmadığını; kovanlarımızın balla dolmadığını; arılarımızın vızıldamadığını; kuşların ötmediğini ama tüm bunlara rağmen şimdilerde akıllı yatırım yapmış bir kaç kişinin koruduğu ormanlık alana bilet karşılığında girdiğimizi; şu anda korumakta olduğumuz tüm bitki türlerini ve hayvanları mumyalanmış olarak müzelerde görebileceğimizi; etrafımızda fazlasıyla gördüğümüz “ayy beni rahatsız ediyor” dediğimiz türlerin ise korunmaya alındığını; kendi değerlerimizi zenginliklerimizi korumayıp satarsak kimsenin dönüp bize bakmayacağını; 3 tarafı denizle çevrili canım Anadolumun doğal ve kültürel zenginliklerinin nasıl heba edildiğini; enayi yerine konulan köylümüzün dizlerine vura vura yaktığı ağıtlarini ve belki daha bir çok şeyleri anlatabilirdi bizlere.

Anlar mıydık acaba? Görebilir miydik geleceğimizi? Görebilir miydik üç kuruşa sattığımızın özgürlüğümüz olduğunu? Görebilir miydik bir yudum nefesimizi, bir kuş cıvıltısını, bir böceği sattığımızı? Görebilir miydik ağzı açık gökyüzüne bir yudum yağmur diye bakan insan topluluğu arasında kendimizi? Suretimizi görebilir miydik o ekranda, ya da çocuklarımızın yüzlerini? Bozduğumuz dengenin geri dönüşünün çok zor olduğunu, çaresizliğimizi..........


Kimsenin parası bu güzellikleri gelecek nesillerden satın alamaz. Ben onlara yukardaki film gibi bir hayat bırakmak istemiyorum. Çünkü bunlar bakkaldan çikolota almak gibi değil. Karşılıkları para değil. Bu yapılan musluktan kana kana su içme zenginliğimin, yaşama hakkımın geri dönüşülemez şekilde elimden alınması.

İçime çektiğim bir yudum nefesimin, göreceğim bir parça yeşilin, etrafımda varlığını bildiğim çeşitliliğin zenginliğinin, elime konan uğur böceği ile dilek tutma şansımın satılmasına hayır diyorum.

07/08/2003

Merhaba

Kedinin meraklı meraklı burnunu kapı aralığından sokup dışarıyı incelediği gibi burnumu sanal aleme tekrar sokayım istedim. Kaşınıyor olmalıyım, bir de üstüne işsiz olmalıyım...

Yıllar önce bir yazımı arkadaşlara göndermiştim. O zaman yüksek öğrenimini Amerikanyada devam ettiren bir tanesi "kiz başımıza blogger mı olacan" dediydi de ben birşey anlamadıydım. Neyse aradan onca zaman geçti, arkadaş vatana geri döndü, develer tellal oldu, bende artık sanal alemlere geri döneyim dedim.

Peki ne yazacağım, ne yazmak gerekir!!! Akşama ne pişirsem sorunsalı ile aynı mıdır bu? Ya da daha derin olarak yeni lezzetler kazanma çalışmaları mı yapmak gerekir? Bilmiyorum, bilemiyorum.... Ve çok korkuyorum!!! Benim raytingim kaç olacak, kimler beni okuyacak, nerelerden izleneceğim.....

Neyse ben başlayayım eskileri buraya atmaya, zaman zaman içinde göreceğiz fikir uçuşmalarını, kalemin sivriliğini, tatlı dili..... Zaten en azından fikir dünyamızda kendin çal, kendin oyna zikrinde olmadık mı bugüne kadar....

10/04/2008