Perşembe, Temmuz 31, 2008

Faydalı Bilgiler - 1 - Kamp

Deneyimlerime dayanarak hazırlayacağım faydalı bilgiler serisine hoş geldiniz.

Konu: Kamp
İçerik: Kamp atmak, kamp hayatı, kampla ilgili herşey

Faydalı Bilgiler
1. Kamp atacağınız yere gitmeden önce araştırma yapın. Yöre halkı kampçılara nasıl bakıyor, tehlike var mı? Yerel yönetimden izin alınması gerekiyor mu? Sit alanı mıdır akla ilk gelen elzem sorulardan.
2. Kamp alanı yaşamaya uygun mudur? Su, tuvalet, yiyecek ayarlaması için gerekli bilgilere haiz misiniz?
3. Kamp alanı doğal hayatı tehdit edeceğiniz, kendi hayatınızı tehlikeye atacağınız bir noktada mı? Nasıl yani derseniz: Kuş gözlemlemeye göl kenarına gittiniz ama kamp attığınız yer tilkilerin su içmeye geldikleri yermiş. Sonuçta tilkiler sizi yemez ama yiyecekleriniz kurban gidebilir, onlar susuz kalabilir vs.
Ayrıca su kaynaklarını kirletmemek için kamp alanını sudan 50-70 mt uzakta atmakta fayda var.
4. Kamp atacağınız alan doğal tehlikelere ne kadar açık: su baskını, taş düşmesi, rüzgar alımı vs. İşte burası demeden bir düşünün ltf.
5. Faaliyetinize göre istediğiniz keyif standartlarını karşılıyor mu? Güneş çadıra ne zaman vurur? Arılara yakın attığınız çadırınıza ne kadar arı çekersiniz? Denize çok mu uzak kaldınız?
Gece yıldızları seyredebilir misiniz? Ya da her ne ise...
6. Gece rahat uyur musunuz? Çadır yeri için en uygun alanı seçtiniz mi? Zemini düzlediniz (taşlık ise) mi?
7. Çadırı dışardaki fiziksel şartlara uygun olarak gerekli şekilde sabitlediniz mi? Rüzgar, kar, su, yağmur vs....

Ehhh çadırı kuracağınız kamp yeri ve çadır alanı için iyi gözlemci olmanız gerektiğiniz söylememe gerek yok herhalde. Ama bilinki kampa gittikçe doğal olarak doğru kamp alanı konusunda eğitilirsiniz. Dikkat etmeniz gereken konuları bilin yeter.

Kamp alanını seçmek, çadırı kurmak sadece evin kaba inşaatını bitirmek gibidir. Tabii ki fırtınada saatte 50 km hızla kurulan çadırlardan bahsetmiyorum. Öyle durumlarda çadır tam bir malikane olur.

İnşaat bittikten sonra ev içi düzen başlar. Çadır hayatınızdan keyif almak için çadır içinde düzen şart. Küçük bir alanda bir iki ya da üç kişi yaşamak zaten zor. Bir de alışılmış dolap tarzı düzenden, çantaya geçildiği için çadırda yaşam iki defa daha zordur.
Bu durumda:
8. Çadır içi düzen şarttır.
9. Çadır arkadaşları kendi düzenlerini zaman içinde kursalar bile asıl önemli konu ortak kullanılan malzemelerin yerinin belli olması ve herkes tarafından bilinmesidir.
10. Benzer malzemeleri gruplayıp aynı yere koymak işinizi çok kolaylaştırır. Mesela ayakkabılar bir yerde, tırmanış malzemeleri ayrı yerde, yiyecek malzemeleri başka yerde, giyecekler farklı yerde vs.
11. Kişiler kendi malzemelerini olabildiğince derli toplu ve kendi kullanım alanına toplamalıdır.
12. Acil durumlarda kullanılacak eşyaların yerleri hep sabit ve herkes tarafından biliniyor olması gerekiyor. İlaç, ilk yardım malzemeleri, düdük vs.

Çadır içi hayatın düzenli olması kamp hayatını hem kolaylaştır hem de aldığınız zevki arttırır.

İlk aklıma gelenler bunlar.

Çarşamba, Temmuz 30, 2008

Kaynıyor

Evet kaynıyor ortalıkta benim ismimden bir çok insan kaynıyor. Ben de buna tilt oluyorum.
Evet ben de google girince hiç kimse olmak istiyorum.... Neden bir sürü insan çıkıyor?

Aynı isme sahibim diye insanlar romantik bile diyemeyeceğim şiirleri ben yazıyorum diye düşünebilirler. Ayyyy. ..........
Saçlarım beyazladı bu olasılığı düşününce.
Gaziantepte bir adaş, Münihte başka biri. Sorarım size eyyyyy aileler, aynı ismi koymak zorunda mıydınız?
Ama tabii klasik bir türk olarak hemen "benden daha kötülerini var" diye düşüneyim ve mutlu olayım. Bir arkadaşım var onu taratsan google benden 10 tane çıkıyorsa ondan 1000 tane. Hatta daha da fazla olabilir :-)) Züğürt tesellisi ile mutluluk benim de hakkım :-))

Sanal ortamda adaşın bir sürü insan var ve seni tam tanımayanlar onu sen sanabilir. Bu bir karabasan olabilir....

- Olmaya da bilir mi?
- Ola da bilir.

Bu konunun çözümü için planlarım:
- kimsenin kullanmadığı bir nick bulmak, her yerde isminle onu da kullanmak. (Anasaziyi kullananlar var, gicik oluyorum)
- Yazı tarzı geliştirmek. Uslubuma güvenirim diyenler gelsin. Bol küfürlü bir tarz geliştirebilirim mesela.
- Sanal ortamdan kopmak. (Denedim olmadı.)
- Diğerlerini topuklarından vurarak ortamdan uzaklaştırmak. (Sanal ortamda fiziksel saldırı... Bir, tutarlı değil. İki, bana yakışmaz. )
- İlerde çocuğum olursa 10 ismin vermek. ( Onu bari kurtarayım)
- Diğerleri ile beraber yaşamayı öğrenmek. (Aman ne gereği varsa)

Sosyalleş sosyalleş nereye kadar?

Cuma, Temmuz 25, 2008

ODTÜ'yü yıkmak "G"üven, "Ö"zveri ve "T"ecrübe ister

Nasıl bir özgüven, nasıl bir umarsızlık, nasıl bir saygısızlık ki bir belediye başkanı çıkıp, Türkiye tarihinde, biliminde bu kadar önemli olan bir üniversiteyi yıkarım diye tehditte bulunuyor.
Bu kadar kolay top oynayacakları alanı biz onlara ne zaman verdik???? Tehlikenin bizden olmayanı yaşatmayız demenin, küstahlığın bu boyutunun açıklaması ne olabilir ki?

Ben Ereğli'de büyüdüm. Kdz. Ereğli de. Bir işçi çocuğuyum. Babam Erdemirden hastalığı dolayısıyla malulen emekli oldu. Ayakkabı tamir ettiği dükkanında, okullara servis çekerek üç çocuğunu okutmaya çalıştı yıllar boyunca. ODTÜyü kazandığım zaman herkesin sevinci fabrikadaki mühendislerin mezun olduğu okulu kazanmamdandı. ODTÜ mühendis demekti, okumuş adam demekti, adam demekti. Kaç iyi üniversitenin mezunları dağılmıştır Anadoluya?
Herkesin birbirine hocam dediği, yurt önlerinde Anadolunun dört bir tarafından gelen, zengini fakiri bir arada ayırmadan okuyan, hepsinin "çs"lerde, kütüphanelerde sabahladığı, beraber eğlendiği, yaşadığı kaç okul var ki bu ülkede?

Virüs olarak kanıma karşılıksız birşeyler yapmayı sokan bu okulda, bölüm hocalarımın kendi ceplerinden yurtdışından gelecek akademisyenler için lojman yaptırdığını bilirim. Beş kuruş parası olmadığı halde, gecekondu bölgelerine haftasonu ders vermeye giden, cebinden öğrencilerine küçük ödüller alan arkadaşlarım.... herşey sanalmış. kaçak kaçak, salak salak yaşamışız biz.... olmamalıyız bu ülkede. Bu mantık, bu tarz olmamalı. kötü örneğiz. Adamım deyip kayırmadan, işini doğru, adaletli, bilimsel değerlere uygun yapan, karşılıksız birşeyler yapabilecek herkes kötü örnek onlar için.

Bu ülkeyi din, ahlak, vatan millet, para kazanmak için herşey mübah diye diye yozlaştırmaya devam ediyorlar. Bir çin atasözü der ki " Bir çocuğu eğitmeye babaannesinden başla." Tersini al, bir ülkenin geleceğini çok değil iki kuşakta, eğitim sistemini yok ederek buda, kurut. 3-4 çocuk doğurt, bilimsel örgütlerini parmağında oynat, eğitim sistemini sürekli değiştir, deneme tahtası haline getir... Komşu ülkelere eğitimsiz işgücü ol. Parasızlık, işsizlik, ekonomik istikrarsızlık korkuları ülkeyi yönetmede kullandığın araçların olsun.

ODTÜ'yü yıkmak "G"üven, "Ö"zveri ve "T""ecrübe ister. Çünkü karşılarına sadece ODTÜlüler değil, işini doğru yapan, aklı ve vicdanı hür, tek amacı rant, para olmayan herkes çıkacak. Ülkesinin geleceğine sahip çıkan, maşa olmak istemeyen herkes....

Aşağıda çok güzel bir yazı var. Buyrun okuyun.

From: Ender Buyukculha <http://us.mc657.mail.yahoo.com/mc/compose?to=enderbuyukculha@yahoo.com>
Subject: [ankaramplatformu] odtülülere
To: "ankaram platformu" <http://us.mc657.mail.yahoo.com/mc/compose?to=ankaramplatformu@yahoogroups.com>
Date: Wednesday, July 23, 2008, 10:24 PM
ODTÜ'LÜLERE

Duyduk ki, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek, ODTÜ'de kaçak yapılar olduğunu iddia ederek, rektörlüğe cezai işlem uygulamış ve hatta yıkım tehdidinde bulunmuş.
Bizler bu gelişmeden haberdar olduğumuz ilk an da, yaklaşık üç yıldır Gökçek'in halk düşmanı tüccar belediyecilik anlayışına karşı mücadele eden Dikmen Vadisi Halkı olarak, geçen bu süreçte Gökçek'i fazlasıyla tanıma ve anlama olanağı bulmuş olmamızdan kaynaklı, "kesin bu işte bir bit yeniği vardır" ve "Gökçek ODTÜ'den bir şeyler koparmak, rant sağlamak istiyordur" diye düşündük.
Nitekim çok geçmeden, Eymür Gölü'nü almak istediğini, hatta ODTÜ içinden otoban geçirmeyi düşündüğünü, bütün kamuoyu ile birlikte biz de öğrendik.
Tabi Kızılırmak suyuna dair bilimsel itirazlardan, idari yargıda süren davalardaki bilirkişi raporlarına değin, Gökçek'in ODTÜ'lülerden çok çektiğini, intikam için yanıp tutuştuğunu da biliyoruz.
Gökçek için ODTÜ'yü yıkmanın, her koşulda "G"üven, "Ö"zveri ve "T""ecrübe istediğinin; öncelikle ODTÜ gençliğinin Gökçek'e geçit vermeyeceğinin bilincindeyiz.
Bu nedenle içimiz rahattır, sizler için kaygı duymuyoruz.
Ancak, Gökçek'in rant amaçlı kentsel dönüşüm projesine karşı üç yıldır barınma hakkı mücadelesi veren biz Dikmen Vadisi Halkı, her ne kadar yoksulluğumuzdan kaynaklı üniversite okumamış olsak da, bir nevi "Gökçekoloji" dalında bütün önlisans, lisans ve lisansüstü programları başarıyla bitirmiş olduğumuz inancıyla, yine de size birkaç naçizane öneride bulunmayı gerekli ve faydalı gördük.
Belki işinize yarar veya siz işi çoktan yoluna koydunuz, kim bilir …
Gökçek ve onun halk düşmanı tüccar belediyecilik anlayışıyla nasıl mücadele edileceği noktasında, aslında Ankara'daki daha çok bir kişi ve kurumun fazlasıyla test etmiş olduğu taktik ve stratejileri, bu amaçla sizin için yeniden özetleyelim istedik.
Buyurunuz …
1-)Her mücadelede propaganda son derece önemli ve gereklidir. Ne yazık ki Gökçek bu işin de uzmanıdır. Özellikle TV ekranlarını kullanma noktasında son derece beceriklidir. Belediye başkanı olmasa idi birkaç büyük kanalda aynı anda çıkan büyük bir talk şovcu olurdu inanın. Nitekim üç yıldır bizimle bir kez olsun masaya oturmadı ama 50 den fazla TV programında bize seslendi veya bize dair konuştu. Dikmen Vadisi'nde yaşayan bine yakın haneyi, binlerce insanı; üç beş kişiden ibaret ideolojik bir grup olarak tanıttı durdu, hatta "Bunlar aslında vadide oturmuyor, Mamak'tan gelip vadide eylem yapıyorlar" lafını o kadar sık propaganda etti ki, içimizden yaşlılar bazen yanlışlıkla Kızılay'dan eve gitmek için Mamak otobüslerine biner oldu. "Ben onlara ev verdim, arsa verdim, almadılar" yalanını o denli beyinlere kazıdı ki, arada boş bulunup, "Şu bize verilen evi satıp ta bir yazlık mı alsak ? Arsaya villa mı yapsak yoksa iş hanı mı ?" der olduk, yanımızdaki cimdik atmasa, öyle hayal dünyasında yaşayıp gideceğiz. Sonuç olarak, ya bir TV kanalı almalı, ya sıfırdan kurmalı, ya da vatandaşın akşam evinde TV seyretmemesi için alternatif sosyal çabaları geliştirmeli ve yaygınlaştırmalı sınız. Yoksa, abarttığımızı sanmayın, gün gelir, sizin hakkınızda söylediği bütün yalanlar herkes tarafından gerçek olarak bilinir hale gelir. "Bir şeyi kırk kez söylersen olurmuş" teorisine sıkı sıkıya bağlı olan Gökçek, ola ki TV programlarında, "ODTÜ topraklarında petrol varmış" demeye başlar, bir iki ay sonra ABD saldırısına maruz kalabilirsiniz, Bush'u bile inandırır valla. Ya da der ki, "bu ODTÜ'lülerin topu uzaydan gelen yaratıklardır", Ankara ahalisi toplanıp taşa tutar sizi. Bu nedenle o ne zaman bir TV programına çıkacak olsa, aynı gün ve saatte "Kızılay meydanında bütün vatandaşlarımıza bedava döner ekmek ve ayran dağıtılacaktır" gibisinden işler icat edip, vatandaşı televizyon başından uzaklaştırın. Belki sopa yersiniz ama en azından vatandaş gerçeklerden uzaklaşmamış, bilinci kirletilmemiş olur.
2-)Her insan evladı gibi onun da bazı zaafları, zayıf noktaları vardır. Bu kavgada acıma, insaf olmaz; buldun mu açığını vuracaksın. O nedenle söz konusu zayıf noktalarına dair stratejiler geliştirin. Mesela, nerede heykel görse tükürür bu zatı muhterem. Tıp henüz bir çare bulamadı, bir nevi tik olmuş adamda. Eğer ki bir gecede kentin belli başlı yerlerine heykeller kondurabilirseniz, muhtemelen akşam olmadan su kaybından öbür dünyayı boylayacak, en azından ağzında tükürüğü kuruyup, uzun süre TV'lerde programa falan çıkamayacaktır. Diğer bir zaafı da bilumum yerli ve özellikle yabancı devlet büyüğü ile yakınlık kurmadaki zaafıdır. Bunu ya marifet saymakta ya da yazık içinde çocukluktan kalma bir arıza var. Yeşilçam'ın meşhur "Amca size baba diyebilir miyim ?" sözünün, makam odasında tam da masasının arkasında çerçevelenmiş halde asılı olduğu söylenir. Siz de ecnebi öğrenci çoktur. Otursunlar kendi dillerinden mektup yazsınlar Gökçek'e. Biri desin ki "İngiltere kraliçemiz sizinle tanışmayı arzuluyor", biri desin ki "Tanzanya hükümet başkanımız sizin methinizi çok duydu, buluşmak ister". Memleket fark etmez. Mektubu alınca kesin kanar bir anda sevinir garip. Bir süre, işin aslı anlaşılana kadar sizi unutur böylece. Yalnız R. Tayyip'i, A. Gül'ü falan malum tanır, bir de Güney Kore Başkanı ile tanıştır. Onlar adına yazarsanız foyanız erken anlaşılır. Futbola da, bir sükse yapma aracı olarak, fena tutkuludur. Eğer ki kulağına, "Fenerbahçe taraftarı sizin kulübe başkan olmanızı istermiş" veya "Ronaldinyo menajerine 'Ben Ankara sporda oynamayı isterim' demiş" gibisinden dedikodular fısıldama imkânınız olursa, bir yıl rahat edersiniz kesin.
3-)Onun da korkuları, korktukları vardır. Mesela Türkiye'nin en borçlu belediyesini yaratan adam olarak, Maliye'den çok korkar. Birkaç arkadaş şöyle takım elbise bond çanta falan evine gitse, hanımı da size kanıp "Melih, kör olasıca, eve haciz geldi !" diye onu arasa, ya kalpten gider, ya da hemen yurt dışına kaçar. "EGO bozuk çıkmış, iade etmek istiyorlar" lafına inandırırsanız da aynı etkiyi yapar. Bir de bizden korkar. "Dikmen Vadisi Halkı senin villanın bahçesine gecekondu dikmiş ! Yetiş !" deyin, yutarsa rahat edersiniz.
4-)Gökçek en çok parayı ve para kazanmayı sever. Ne yaptıysa bu amaçla yapmıştır. O bir tüccardır. Belediye başkanlığı, istemeden yaptığı zoraki bir meslektir. Her akşam evde ailesi ile milyoner, monopol vb. oyunlar oynadığı rivayet olunur.. Örnek aldığı şahsiyetin yani idolünün, "Süngerbob" çizgi filmindeki "Bay Yengeç" olduğu söylenir. Ankara'nın dört bir yanındaki alt geçitleri gerçekte, "Ankara'nın bir yerinde toprağın altında bir küp altın gömülüymüş" diye bir söz duyduğu için yaptığı bilinir. Onu, içinde bulunduğu ve doğasına yabancı bu zoraki yaşamdan uzaklaştırıp, ömür boyu mutlu olacağı gerçekliği ile buluşturun. Böylece sizi de rahat bırakır. Hem de yazık sevaptır. Mesela ona deyin ki, "ODTÜ'de bir bakkal dükkânı açalım sana" veya "ODTÜ tuvaletleri paralı olsun, kapıda da sen dur, hem kolonya peçete de bizden sermaye" deyin. Bütün makam, mevki, unvan, ne varsa bırakır koşar gelir valla. Gerçi bakkal yapsan peynirin kurtlusunu kakalar, tuvalete bekçi yapsan "küçük 1000 YTL, büyük 10.000 YTL" der, bi kuruş da aşağı inmez, üstelik çaresiz altına yapandan da tazminat alır. Ama sonuçta ODTÜ de, biz de kurtuluruz. "E siz neden yapmadınız bunu ?" derseniz, son şıkka bakınız.
5-)Son şık. Diğerleri de işe yarar tabi de, asıl önemlisi budur. Mücadele edin gençler ! Bir araya gelin, dişinizle tırnağınızla savunun üniversitenizi ! Bu ülkenin değerlerinin, zenginliklerinin; tüccar zihniyetli yöneticilere, rantçılara, sermayeye peşkeş çekilmesine izin vermeyin ! Bırakın yasalar ne der, yetki kimdedir; siz gücünüzü ve meşruluğunuzu asıl yaşamın ve mücadelenin içinde arayın ! Bizler ODTÜ'de okumadık ama birçoğumuz işçi olarak çalıştı orada. Az da olsa çocuklarımızdan okuyanlar da var, sizin arkadaşlarınız. "ODTÜ ruhu" dedikleri nedir, nelere kadirdir, biz biliriz. Yoksulluğumuz, cahilliğimiz, "onlar işgalci, beleşçi, hazıra konmacı" gibisinden yaygın orta sınıf bakışı, belki bizim üç yıldır süren mücadelemizin istediğimiz noktalara gelmesine, kent ve ülke kamuoyu ile buluşmasına engel oldu. Ama bizler Dikmen Vadisi'ni ve kondularımızı, yalnızca biz, çoluk çocuk sokakta bir başımıza kalmayalım diye değil, bu büyük talan artık dursun diye savunduk. Biliyoruz ki, ister fabrikasının tersanesinin özelleştirilmesine karşı duran işçiler, ister kamu hizmetlerin piyasalaştırılması na itiraz eden kamu emekçileri, isterse şimdi üniversitesini savunmak zorunda kalan ODTÜ gençliği, hepimiz aynı kavganın aynı tarafında saf tutmuş durumdayız.
Mücadele etmekten başka seçeneğimiz yoktur ! Hak ve kazanımlarımızı savunmak zorundayız ! Bunun için kararlı, dirençli ve inançlı olmalıyız !
Duyumlara göre Gökçek, önümüzdeki haftalarda vadiye büyük bir yıkım saldırısı yapacak, belki de vadi halkı olarak sona yaklaştık. Ama bizim tek başımıza yenilmemiz veya kazanmamız değil önemli olan, bir bütün saldırı içinde olan düşmanın kazanmamasıdır. Ve belki ODTÜ'lü gençler, bir başka cephede, nihayet durdurur, geriletir bu talanı ve bu adamı. Bir kenti, bir ülkeyi nihayet uykusundan uyandırırız.
Sonra, o gün gelip de zaferi kazandığınızda, yorgunluğunuzu atmak için vadiye gelirsiniz, eğer kalırsa tabi o doyumsuz yeşilliğin içinde, yıkıntıların arasında size çay demleriz, oturur sohbet ederiz.
Ne güzel olur gençler ! Mutlaka bekleriz ….
Yolunuz, yolumuz açık olsun ….
Dikmen Vadisi Halkı
www.dikmenvadisi. org

Perşembe, Temmuz 17, 2008

Anasazi

Anasazi anasaziyi anlatıyor....

Kendimden bahsedeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Biraz kavimden bahsedeceğim birazsa bendeki yerinden. Anasaziye anasının kızı denmesi benim için sorun değil ama anasazilerin kemikleri toprağın altında sızlıyordur herhalde.

Anasazi... Bu yazıyı okuyanlar arasında kaya tırmanalar var mıdır? Varsa onlar ya duymuşlardır bu kelimeyi, ya da duyacaklardır. Kaya tırmanışına devam ettiğim zamanlar ( fi tarihi oluyor), yeni bir ayakkabı modeli geldi piyasaya. Anasazi Velcro. Tırmanıcıların tercihi, muhteşem frictionlar (namı diğer sürtük). Eee benim gibi 6 aya bir fricton eskiten kişi olsaydınız hemen haberdar olurdunuz anasazi velcrolardan. Biz iki arkadaş internetten sipariş verdik ayakkabıları. Sipariş verme, ayakkabı numarasını seçme sürecini anlatmayayım. Uzun sürdü deyip geçiyorum.

Kaya tırmanış ayakkabıları genel olarak 1 -2 numara küçük alınır ki, zaman içinde genişlediğinde ayakkabı ayağınızda terlik gibi olmasın. Biz de bu ayrıntıyı dikkate alarak ayakkabıyı 1 numara küçük ettik. Gelen ayakkabı o kadar çok küçük ve o kadar genişlemez bir şey çıktı ki ayağımdaki tüm problemlerin tek sebebi o ayakkabılar sayılabilir. Onlar yüzünden dikey yüzeyde nasıl hoplanıyormuş öğrendim. Hele sıcakta. Artık kimseye küçük ayakkabı al demem. Ne küfür yemek isterim, ne de ah çekmek.

Tabii ki bu benim anasaziyi soyutlaştırdığım nokta. Bir de genel anlamı var değil mi? Anasazi kızılderili bir kavim. Utah bölgelerinde kayalık alanlarda yaşamışlar. Amerikan filmlerinde uçsuz bucaksız sarı alanda , hani tepsi içine bir tas pilavı ters çevirip bırakırlar ya, bu görüntüye benzeyen ayrık üstü traşlanmış gibi duran kayalık araziler vardır. Bunlar da oralarda yaşamışlar. Tırmanarak çıkıyorlarmış. Şu anda da bu kentlerden bazılarına iple ya da tırmanarak çıkılıyormuş. Tırmanmayı çocuklara da öğretiyorlarmış ve kaya üstlerine sadece kendilerini bildikleri tutamaklar açıyorlarmış. Herhangi bir saldırıda çocuklar dahil herkes, hemen yukarıya tırmanıyorlarmış ( Bunu bana uzun süre Coloradoda yaşayan bir arkadaşım aktardı). Ayrıca mimari ve kültürel açıdan epey dikkat çeken bir kavim. Ortadan aniden kaybolmaları ise tam bir muamma. Bu arada anasazinin kendi dillerindeki anlamı ( torunlarının kavimi olan Pueblo kavimi bu adı hiç sevmiyormuş) düşman ecdatmış. Yumuşatılmış haliyle ecdat :-)))

Çok ilginç bir kavim.
merak edenler buyursun: http://en.wikipedia.org/wiki/Ancient_Pueblo_Peoples
http://www.nps.gov/archive/meve/cliff_dwellings/cliff_palace_home.htm
http://www.oku.gen.tr/Anasazilere_Ne_Oldu__Tarihi_Gizemler/
http://www.nps.gov/archive/meve/cliff_dwellings/cliff_palace_home.htm

Ben mi neden kullanıyorum? Seviyorum deyip geçeyim ;-)

Cumartesi, Temmuz 12, 2008

Kapama

Aslında "kapama" konusunda neden yazmak istediğim tam olarak ben de bilmiyorum. Toplum neden bir kadına kapama der; altındaki psikoloji, benzerlik nasıl bir şeydir ki insanlara kapama fiilini çağrıştırmış ki bu kelime ile durumu anlatmak istemişler. İncelemek lazım. Zaten biraz sonra inceleyeceğiz.

Ama bundan önce burada beni çocukluğumdan beri rahatsız eden bir ifadeye değinmek istiyorum: "dost hayatı yaşamak " . İlk duyuşum 5-6 yaşlarında idi. Annemin dudaklarını pis bir şey görmüş gibi büzüştürüp "dost hayatı yaşıyorlarmış" demesini hatırlıyorum. Anlamadım. Allah allah... Dost güzel birşey. Arkadaş. Dost hayatı yaşamak ne demek ki? Bu kadar uzun zaman aklımı kurcaladı ki. Büyüklere soramazsın, hemen boyunu aşan şeylere karışma bakım derler. Oysa ki sözlü ifade ve mimikler arasında o kadar büyük bir tezat var ki, seni anlamak için kışkırttır da kışkırtır.... Sonunda anlamını öğrendik tabii ama ben bu tabire karşıyım. Dünyadaki en güzel duygulardan birisidir dostluk. Kim zaman en içinizi acıtan , en çok yaralayan kişiler onlar olur. Dar zamanında iki elleri kanda da olsa gelebilecek çok değil bir kaç eş dost bile, insanın yastığa başını rahat koymasını sağlar. Ama milletimiz hem buna çok önem veriyor hem de efenim beraber yaşamayı (tabii ki evlenmeden) dost hayatı yaşamak olarak ifade ediyorlar. Yok efendim yok. İnsan dostu ile eşini, sevgilisini gayet net ayırt etmeli. Öyle dost hayatı yaşıyor dememeli. Ne o öyle çapraşık ifadeler...

Asıl konu kapama konusu idi. Çıkış noktamız yine kelimenin anlamı olacak. Onun için tdk ve ekşi sözlüğe bakalım.

Tdk:
1 . Kapamak işi.
2 . Taze soğan ve marulla pişirilmiş kuzu eti yemeği.
3 . Metres.
4 . eskimiş Üst baş, giyecek takımı.

ekşi sözlük:
* tur et yemegi. kapama ismini de tencereninin uzerine kapanan hamurdan alir. hamur hem lezzet katar hem etin kendi icinde sorkule olmasini saglar. hamuru yenmez yanniz atilir.
* bir ceza türü; üç gün kapama, beş gün kapama, aylar oldu kapama gibi çeşitleri vardır.
* bir erkek tarafindan evlenilip eve hapsedilmiş kadın. erkek tarafindan tavlanip cebe atilmiş güzel kadin anlaminda da kullanilir.
* (bkz: metres)
* güzel, faal ve ünlü kadınların bazı işadamı erkeklerle evlendikten sonra düştükleri durum

tdk:
metres Fr. maîtresse
Evli bir erkekle nikâhsız yaşayan kadın, kapama, kapatma: § “Sanki bir yarışta imiş gibi, metresinin arkasından nefesi tıkana tıkana iki sene koşmuş.” -Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur,

Aslında bu kapama kelimesi ve ifade ettikleri bir yazı ile anlatılacak gibi değil. Öncelikle metres anlamı var kapamanın. Yani ne; ikinci kadın durumu. Yasak, resmi olmayan ilişki yaşayan kadın metres. Kötü kadın, öteki kadın. Ne dersen de. Fakat aslında bu kelime bence tam olarak kapamayı ifade etmiyor. Neden? Metres olayında bir özgürlük kısıtlama hissiyatı yaşamıyorsun. Oysa ki kapamada biri kapatılmış, diğeri kapatmış. Neden türk toplumu böyle bir ifade tarzı şeçmiş onu araştırmak lazım. Yani kuma var bizim kültürde. Geçmişte yaygın bir durum. Kuma olarak alınmıyor bir kadın, kapama oluyor.... Tabii türk toplumu içinde de mikro kültürler var kuma, metres heryerde kabul görmez. Hikaye yazacak olursak: Adam zengin. Ağa, paşa vs. Bir kadına aşık oluyor evli olduğu halde, ya da evli değil ama paşazade baba izin vermiyor o kadına. Adam alıyor kadını kapatıyor bir eve. Adam, kadınla beraber yaşıyor ama adam her ne kadar sahiplense de, resmiyet olmadığı için kadını kapatmış oluyor.

Ekşi sözlükteki diğer anlamlar beni daha çok çekiyor: ilişkinin yasallık sorunu yok. evli değil ya da beraberlik normal. ama kadına kapama deniliyor, neden? Ne durumda ? Diyelim adam çok ünlü iş adamı, devlet bakanı vs vs. Kadın ise artist film artizi. Aklınıza Nicolas Sarkozy ve karısı Carlo Bruni geldi mi? gelsin gelsin. Şimdi tabii Carlo Bruni evlendikten sonra hanım hanım oturacak bir karakter değil. Her ne kadar İngiliz aristorisisi onu hanım hanımcık bulsa da (kendi gelinlerini müslümanla beraber oldu diye neler yaptılar) hatun protokol kuralları ile yaşayacak karakter değil. Bu kadın olmaz ama gerçekten ruhu kayan ve kapama olan kadınlar var. İlk başta rol gereği. Daha sonra bunlar özümseniyor. Ön planda olan erkeklerin yanında (gözünüzün önünden first ladyler geçsin) olmanın verdiği zorunlulukla ödün veren, sonra da entrikalarla gücü eline alan kadınlar.... Ben sana diyeyim kardeşim sen kapamadan kork. Şimdi bir gülümüz var mesela. Çok başarılı bir öğrenci iken küçük yaşta evlenmiş, herşeyi bırakmış edepli bir biçimde evinin hanımı olmuş. her yerde bu lanse edildi ya zamanında. Bu kapama değil de nedir?

Bu konu üstünde gerçekten düşünmek lazım öyle bir blogluk yazı değil. neden geçmişte bu ifade seçildi ? şimdilerde neden bu kelimeyi kullanmıyoruz? Hayatımızda yeri kalmadı mı acaba? Örnekleri üstüne düşünüp ileride bu konuyu tekrar açacağım.

-----------------------------

"sözcük bir düşünce taşıtıdır." jean paul sartre

Çarşamba, Temmuz 09, 2008

Götürmek Kavramı

Türkçedeki naçizane fiillerden bir tanesidir götürmek.

Tdk ya bakalım:
1 . Taşımak, ulaştırmak veya koymak: "Hamalın biri, sırtına koca bir ayna vurmuş, götürüyordu."- H. Taner.
2 . (-i, -e) Bir kimseyi bir yere kadar yanında yürütmek.
3 . (-i, -e) Bir şeyi yakından uzağa götürmek.
4 . Yerinden ayırıp uzağa atmak veya yok etmek: "Bir mermi bacağını götürdü. Duvarı su götürdü."- .
5 . (nsz) Öldürmek: "Hastalık çok insan götürdü."- .
6 . (-e) Dayanmak, katlanmak, tahammül etmek.
7 . (-i, -e) Birinin yanında yürüyüp ona bir yere kadar arkadaşlık etmek: "Beni evime kadar götürdü."- .
8 . (-e) Bir sonuca vardırmak: "Bitirmeden şunu da söyleyeyim, ahlaka, gerçek ahlaka götüren başlıca yollardan biri de aşktır."- N. Ataç.
9 . Kaybolmasına, yok olmasına yol açmak: "Eksiler artıları götürdü."- .
10 . argo Tümüyle sahip olmak.
11 . argo Çalmak.

Birleşik kelimelerden:
sugötürmez - sözgötürmez :
"Başka bir yoruma elverişli olmayan, kesin, sözgötürmez: "Müftünün sugötürmez bir mantığı vardı."- R. N. Güntekin."

Yaygın kullanımı ile taşımak, ulaştırmak kavramını barındırıyor götürmek fiili. Fiilin kökenini araştıramadım ama merak da etmiyor değilim. Kökü nedir acaba?

Tabii gündelik anlamda farklı kullanımları da var. Mesela karı-kız, rus götürmek. Buradaki anlamı daha farklı ama tdk nedense argo da olsa bu anlamına yer vermemiş. Bu anlamına zorlama olarak "tümüyle sahip olma" açıklamasının içinde yer verildi denilebilir ama benim için ikincil bir referans kaynağı olan ekşi sözlüğe bakalım:

- konuşma dilinde ozellikle 1970 sonrası gençliğinde ilişkilerde bir erkeğin kızı tavlaması veya kızın erkeği tavlaması için kullanılan yüklem

- kadına cinsel açıdan sahip olmak (naif bir açıklama olmuş bence :-))

- orijinali "gittirmek" kelimesidir. gitmesini sağlamak anlamına gelir.

- ingilizcede "score" kelimesi ile karsilanan ve kisa sureli ve cinsellik agirlikli iliskileri anlatmak icin kullanilan (orn: i scored 3 girls last week- "gecen hafta 3 kizla birlikte oldum" demek isteniyor) argo teriminin turkcede yerlesmeye baslayan karsiligi. daha cok erkeklerce kullanilsa da unisex bir terimdir, kadinlar da "goturebilir". ingilizcedeki "score" fiiline karsilik gelse de anlamca arada bir miktar fark vardir. "score" karsilikli bir iliskiyi anlatir, iliskinin diger tarafini kucumseyici, asagilayici bir anlam tasimaz, "goturmek" ise bir tarafin baskin oldugu bir eylemi anlatir. sanki alttan alta, "tongaya dusurmek, tuzaga dusurmek, ilacina icki katmak, bastan cikartmak, kirletmek" gibi 70li yillar turk melodramlari terimlerinin pislik 90li yillar versiyonu gibidir.

TDK ve ekşi sözlükten faydalanarak götürmek kavramını biraz daha tanımış olduk. Bu kelime erkek ya da kız arkadaşınızın işine göre hayatınızda önemli bir yere sahip olabilir. Mesela diyelim kız ya da erkek bilgisayar mühendisi ve "dün akşam rusları götürdüm" diyor. Burada sevgili "noluyoruz" diye horozlanır. Ama diyelim kız ya da erkek ulaşım ya da turizm sektöründe olsun, taksici-turist/tur rehberi vs. "dün akşam rusları götürdüm" ibaresi daha karmaşık bir durum olacaktır. Milliyetçilik yapmadan bir diyalogla örnek verelim.

- Fransızları götürdüm.
- Nasıl yani. vıdı vıdı vıdı. bla bla bla.
- Eminönüne yahu. Gezdirdim.
- Gezdirme, götürme bundan sonra :-)))

Bir arada "kapatma" kelimesini inceleyim istiyorum. Daha sonraki konularda gelecek. Bekleyin.
Kapatma-kapama....

Perşembe, Temmuz 03, 2008

Yaratıcılık

Doktor Mantar ve desteği olmazsa bu iş olmaz. Sayesinde ampul yandı, konu bulundu: Yaratıcılık...

Bir zamanlar gazetelerin 3. sayfalarındaki küçük puntolarla yazılan ilginç haberlerden biri dikkatimi çekti. Haber İngiltere'de yapılan bir araştırma ile ilgili idi. Araştırma sonucunda sorunlu ailelerin çocuklarının daha yaratıcı oldukları ortaya çıkmış. Haberi ilk önce yadırgadım. Nasıl yani? Özenilen, o kadar öğrenilmeye çalışılan bir şey nasıl olur da istenmeyen bir durumdan ortaya çıkardı. Fakat daha sonra hak verdim. Yaratıcılık ortada bir problem sorun, rahatsız eden birşey olduğunda ortaya doğal olarak çıkıyor. Öyle ben yaratıcı olayım dedip ne kadar yaratıcıcı olabilirsiniz ki. Hadi deneyin bakalım; yarın bugünden daha çok yaratıcı olun :-)))

Sorun gerek sorun... Tembel adam yaratıcı olur mesela. Çünkü üşenmeyen adama göre bir sıkıntısı vardır. Sıkıntıyı çözmeli, çok emek- zaman harcamadan işi halletmelidir. Kısacası efendim öyle rahatınız yerindeyse, halinizden memnun iseniz yaratıcı olmanız zor. Aile sorunluysa zaten doğal ortam sunulmuştur size. Daha ne istiyorsunuz! Kendi başınızın çaresine bakmalısınız. İş kıl.... o zaman atlatma yolları. Ya da herşey normal, bünye rahatsız. Kaşınıyor, deşiyor yapayım birşeyler diyor. Buyrun işte size sorun....

Tabii ki işte, ailede ve sizde problem olmayabilir. Bu durumda iyyyy ne kadar sıkıcısınız, bir kediniz bile yok.... Yaratıcı olamazsınız.... Siz özel derse gidin. Belki gelişirsiniz.

Yok yok gelişirsiniz. Kaşınma yöntemleri kişiden kişiye değiştiği gibi, kişinin kaşınma yöntemi zaman içinde de değişebilir. İş ev aile denklemine bir özel hobi eklersiniz alın size dert. Hayvan beslersiniz; onu bunu şunu yaparsınız bu kentte hepsi dert. Hemen problem çözme yollarını bulmanız gerekir. Ama bunların güzelliği hayata kattıkları farklılıklar, farklı düşünceler ve en sonunda ise farklı şekilde bakabilme yeteneğini kazandırması, neden olmasın sorunu sordurabilmesi değil midir? (Züğürt tesellisi mi desek).... Bu zenginlik para ile ölçülemez. Ve paradigmalar zaman zaman değişmedikçe insan olmanın ne anlamı var ki?

Efenim yaratıcılık konusunda internetten birşeyler bulayım dedim. Öpüşürken yaratcılı olun diye bir sayfa çıktı. Yaratıcılığın sınırı yok bilesiniz.
Sonra bir yerde tevekkül kelimesini doğru şekilde kullanabilir miyim oldum. Olabilir mi diye araştırıken eksi sozlukte soyle bir tanım buldum, ilgimi sekti paylasmak istedim: " kirmaniye göre: bulmak ve kaybetmek sırasında kalbin sukûnet içinde olmasıdır. "

Eylemlerimiz devam edecek. Bir sonraki konu hııımmm hımmm buldum... arkası yarın....

Salı, Temmuz 01, 2008

Motto nedir?

İhmal edilen bir blog...

Zaten bu işi bilenler beni uyarmıştı: Bak blogunu ihmal etme, her gün yazı göndermeye çalış. Diğer bloglara gir, onlara yorumda bulun. Ordan burdan yazma. Blogunun konusu olsun.
Bunları yaptık mı?
Tabii ki hayır.
Yapacak mıyız?
Bir ihtimal.
Ama konu bulamam. Neden mi? Sıkıcı. Kuyruğunun peşinde dolaşan kedi gibi, hep aynı konuda yaz dur. Hem zaten yazabileceğim konularda benden kat kat iyi yazanlar, bundan zevk alanlar var. Onlar yapsın efendim. Konusuz olsun rahat olalım. Belki reyting böyle de artar... Keh keh keh.

Koştur koştur giden bir gündelik hayat (nereye gidiyorsa?); trafik, inip çıkan siyasi tansiyon - ekonomik veriler, eee avrupa kupası maçları, eğitim ottur ...tur derken geçiyor günler.

Geçecek tabii... Yoksa nasıl 35, 40 , 50, altmış, yetmiş, seksen hadi yandan ooooohhhh, ohhhhh... olacağız ki?

Ben anladım benim otobüs-araba neyse uzun yol vaktim gelmiş. Öyle zamanlarda türk insanının ev altına dükkan yapma merakı konusunda bile konuşabiliriyorum. Bilenler bilir. Kendime geliyorum.
Yaratıcılık kaybı doktor bey. sebebi nedir nedir?

Tarım işçileri potansiyel terorist, aydınları şüpheli, milletvekilleri zanlı, kendisi mahmure olup çekirdek kabuklarını yere atan yurdum insanı daha sık görüşmek ümidiyle ;-))))

Bir elinde ayna, bir elinde cımbız umrunda mı dünya mottosu ile anasazi....